Bir iç dökümü olarak: Artakalan
Çok genç olan İstos Yayın,
Türkiyeli okuru Ege'nin öbür yakasının edebiyatıyla
buluşturmaya devam ediyor. Elenika dizisinden çıkan 'Artakalan',
Yunan sanat dünyasında oldukça farklı dallarda eser vermiş,
buralarda ise pek tanınmayan Kostas Tahçis'in öykülerinden
oluşuyor. Bu öyküler 1964-1967 yılları arasında çeşitli
dergilerde yayımlanmış ve yazar tarafından 1972 yılında bir
araya getirilerek yayımlanmış.
Kostas Tahçis'in 'Üçüncü Düğün
Çelengi' adlı romanı 1988 yılında Ahmet Yorulmaz tarafından
çevrilmiş ve Mitos Yayınlarınca basılmış. Kitabı bulmaya
çalışmak şu an oldukça zor çünkü Türkiye'de baskısı biten
kitapların uğradığı hezimete uğramış. Baskısı biten
kitabı yeniden basmak, Türk yayıncılığının bir türlü
aşamadığı etik unsurlardan biri, yayın dünyamız bir zamanlar
basılmış, bitmiş ve meçhulde kalmış kitaplarla dolu, bu
istikrarsızlık maalesef böyle değerli kitaplardan mahrum
kalmamıza neden oluyor. 'Üçüncü Düğün Çelengi' önemli bir
kitap, ünlü İngiliz yayınevi Penguen'in yayımladığı ilk Yunan
romanı ve emin olun bu kitabı Penguen baskısı tükendikçe
yeniden basmaktadır.
'Artakalan', yazarın otobiyografik
öykülerinden oluşuyor. Bu öyküleri okurken ilk hissedilen
karşınızda hiçbir maskeye, role bürünmeyen, son derece doğal
ve içten bir yazar olduğu. Öyküler çocukluktan başlıyor,
gençliğe doğru ilerliyor. Neredeyse birer anı niteliğindeki bu
öykülerde karşılaştığımız karakterler de genellikle aynı.
Öykülerin olmazsa olmazı annenanne ki bazı öykülerde kızının
bırakıp gittiği torununa hem annelik hem babalık yapmakta,
bazılarındaysa kızı, damadı ve torunuyla yaşamaktadır.
Özellikle çocukluk öykülerinde azarlamalar, terlik fırlatmalar,
sonrasında kıyamamalarla geçen günleri okuduğumuzda Türkiye'ye
ne kadar yakın bir kültürden bahsedildiğini görebiliriz. Bu
topraklarda da genellikle bize kıyamayan anneanneler tarafından
büyütüldüğümüzden oldukça tanıdık öyküler bunlar.
Yine çocukluk öykülerindeki önemli
karakterlerden biri Mimis dayı. Kostas Tahçis daha yedi yaşındayken
anne babası boşanmış, o da annesinin ailesiyle Atina'da
yaşamıştır. Yani öykülerde eksikliği dikkati çeken “baba”
figürünün yerini bazen Mimis dayı yetersiz de olsa doldurmakta.
Bu nedenle anlatıcı genellikle dayısıyla rekabet halinde, arada
kalan anneanne ise iki tarafın da gönlünü almaya çalışmaktan
bunalmakta. Anneanneyle arada engel teşkil eden Mimis dayı çok da
hoşlanılan bir karakter değildir ki anlatıcının başına gelen
tacizlerin birinde istemeden de olsa rol oynamıştır.
Öykülerin çıkış noktası olan bu
çekirdek aile, anlatıcının cinsel kimliğinin oluşmasında da
etkili olmuş. Birkaç öyküde var olan baba renksiz, silik bir
kişilik olarak çizilir, yine birkaç öyküde var olan anne de
sinirli ve sabırsızdır. Öykülerin çoğunda evde iki erkekle
uğraşan, genellikle çekip gitmiş kızı için kötü konuşan,
her şeye rağmen torununu seven bir anneanne vardır. Bunlar
Tahçis'in yaşam öyküsüyle uyuşsa da öykülerin ne kadarının
gerçek ne kadarının kurgu olduğunu bir öyküsünün başında
açık yüreklikle anlatır:
“Bir şeyler yazmaya kalktığımda
hep kişisel tecrübelerimden ilham alırım. Ama hiçbir zaman
eserlerimde gerçekliği tüm çıplaklığıyla yansıtmam. Bu tabii
ki samimiyetsizlikten kaynaklanmaz. Çünkü beni buna tam olarak
iten şey psikolojik ve duygusal ihtiyaçlardır. Kişisel
tecrübelerim sadece yazmam için bir dürtüdür. Ancak yazmaya
başladığım andan itibaren yazdığım hikâye kendi gerçeğini
yansıtan özerk bir yapıya bürünür. Genellikle gerçek hikâyeyle
bağlantı göstermez, ama bazen bu gerçekliğe karşı da
direnemez. Bu durum yazarların çok iyi anlayabileceği bir şeydir.
Aynı zamanda eserlerimde bahsedilen baba kavramının neden bir
hikâyede sıradan bir belediye memuru, diğerinde muhasebeci ya da
okuduğunuz bir önceki öyküde olduğu gibi bir avukat olduğunu da
açıklar.”
Çocukluk öykülerinde yaşadığı
cinsel tacizlerden birkaç kez bahseden anlatıcı, gençlik
öykülerinde cinsel tercihini yapmış biri olarak daha nettir ve
kendisiyle barışmıştır. Yaşadığı aşklar, okullarında,
işyerlerinde karşılaştığı gizli eşcinseller anı-öykülerde
birer birer yer bulur.
Hemen hemen bütün toplumlarda geçerli
olan önyargılar ve homofobi de doğal olarak öykülerin bir
parçası. Bu nedenle anlatıcı babasından yediği dayakları da,
çevreden gördüğü psikolojik şiddeti de çekinmeden anlatmış.
Gey olduğu bilinen bir üniversite profesörünün ölümünden
sonra ailesi tarafından dile getirilen dünyanın en hızlı çapkını
olduğu, kadınlar yüzünden ömrünü yediği yalanı, ikiyüzlülüğü
biz Türkiye'de yaşayanlar için de hiç yabancı değil.
'Artakalan'da yazar ve anlatıcı
ayrımı yapmak oldukça zor. Yukarıdaki açıklamasından bu
öykülerin Kostas Tahçis'in yaşamından büyük izler taşıdığını
biliyoruz. Yine yaşarken açık yüreklikle bir dönem geceleri
travesti kılığında seks işçiliği yaptığını da açıklayan
yazarın yaşam öyküsüne ne yazık ki olması gerekenden erken
nokta konmuş. 1988 yılında evinde faili meçhul bir cinayete
kurban giden yazar, muhtemelen bir nefret cinayeti kurbanı.
Nefret cinayetleri ve homofobi
gündemimizden hiç eksik olmazken yaşamını bu denli içten bir
biçimde okurun önüne seren Kostas Tahçis'in çok okunmasını ve
'Üçüncü Düğün Çelengi'nin bir daha basılmasını beklemek
umarız boş bir hayal olarak kalmaz.
Banu Yıldıran Genç
Artakalan, Kostas Taçhis
İstos Yayın, Ocak 2013, 166 s.
*Bu yazı Agos Kirk'in Mart sayısında yayımlanmıştır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder