4 Eylül 2019 Çarşamba

Dört Köşeli Kambur


Herkesin bildiği, kimsenin demediği şeyler...
Geçtiğimiz ay yayımlanan Dört Köşeli Kambur adıyla da kapağıyla da dikkat çeken kitaplardan. Ali Özgür Özkarcı’nın öykü kitabı için yüzleşememenin kitabı da diyebiliriz.
Son yıllarda 1915 hakkında daha çok roman, öykü, anı gibi kitapların yazıldığını görüyoruz, bu tabii ki yüzleşebilme adına iyi bir adım ama hem samimiyetini hissettirecek hem de bunu edebiyattan, yaratıcı yazıdan ödün vermeden yapacak roman ve öykülerin sayısı o kadar çok değil. Dört Köşeli Kambur bu az sayıdaki kitaplardan. Ali Özgür Özkarcı dört öyküde de anlattığı coğrafya ve karakterleri ustalıkla kurmuş, bazen birbirine bağlamış, o coğrafyada işlenmiş suçu ve suçu hâlâ üstlenmeyenleri yepyeni bir teknikle öykülerine konu etmiş.
İlk öykü “Siryanuş da Kim Oluyor Lan?” kitabın en eğlenceli öyküsü aslında ama okuruna derdinin ne olduğunu da gayet net hissettiriyor. Öykünün anlatıcısı memleketteki çoğu çocuk gibi mutsuz, dayakçı baba sessiz anne arasına sıkışıp çareyi sokaklarda buluyor, adını bilmiyoruz ama en yakın arkadaşı öykünün asıl kahramanı: Talat. Talat’ın yaptıkları, yaramazlıklarının ünü arşa çıkmış, durmadan yediği haltlar yüzünden başka şehirlerdeki akrabalara gönderiliyor. En son mezarlık macerası ise aslında herkesin her şeyi bildiği ve bilmezlikten geldiği gerçeğini daha çok çarpıyor yüzümüze. Olayı duyduğunda anlatıcının o sessiz annesinin  kıkırdayarak “İsmi de Talat üstelik,” demesi, babasının “Siryanuş değil, onun doğrusu Siranuş!” diye kükremesi bu gizli bilginin en büyük kanıtı. 
Amcam Yok Ülkede yazarın bambaşka bir teknik denediği ve okurların bu yeniliğe bir iki sayfadan sonra rahatça alışabildiği bir öykü. Öyküdeki mekânların, olayların, kişilerin altta dipnotlarla açıklanması diyebiliriz bu teknik için. Bir yandan tüm dipnotlar öykünün parçası, öyküyü bütünlüyor ama bir yandan onlarsız da olabiliyor. Oldukça şiirsel başlıyor bu öykü: “Ve insan ölülerine aittir. Benim adımsa Ali. Buralıyım. Utancım, sevincim, ölülerim de buralıdır.” Okudukça, dipnotlar serçe neneyi tanıttıkça, amcayla nene arasındaki özel yakınlığı anladıkça, melankolik amcanın annesi öldükten sonra adım adım yaklaştığı trajedinin midemize bir taş gibi oturacağını biliyoruz sanki, bu kamburlarını yük gibi taşıyan neneleri biliyoruz, evlerin kilerlerini biliyoruz... 
Bu öyküdeki anlatıcı Ali, Adana’da büyüyen, ailesi orayı terk etmeyen çocuklardan... Son öyküyü ise Ali’nin kuzeni Murat anlatıyor. Bu iki öykünün bağlantısı kitapta kurulmuş bir köprü gibi. Kendime Vedamın Uzun Mektubu adındaki son öykü işte o melankolik amcaya -bu öyküde dayı oluyor- odaklanıyor. Yıllar sonra Adana’ya geri dönen Murat bir şekilde bir komşudan dayısından bir günlük kaldığını öğreniyor, günlüğü okumaya başlıyor ve dayının o umarsız mutsuzluğu, yalnızlığı, sevdiği kızdan mecburen ayrı kalışı, annesiyle arasındaki sır bu kez Murat’ın üstünde kambur oluyor kalıyor. Adana’da geçen çocukluğunu, komşusu madamı, konuşulmayanları hatırladıkça yine o suskunluk geliyor önümüze. Herkesin her şeyi bildiği ama bilmezlikten geldiği suskunluk.
İkinci ve dördüncü öykülerin bir köprü kurduğunu söylemiştim, üçüncü öykü “Benim Dedem Katil Değil!” ise tam da bu köprünün arasında kalan ve kitabın asıl derdini bütünleyen bir öykü olmuş. Bu öyküde de karakterlerin adları arada bir bağ olmamasına rağmen aynı. Öbür öyküler gibi anı biçiminde olmamasıyla ise farklı. Bir meyhane sofrasındayız, eski “solcu” arkadaşlar buluşmuş, Ali, Mert ve Murat’ın arası gerilimli. Bir de Ayşen var, Ali’nin sevgilisi, ki Ayşen de yukarıda bahsettiğim öykülerdeki amca-dayının sevdalanıp da kavuşamadığı kızın adı. Bu sofrada eski defterler açılıyor, Ali ve Murat’ın arasındaki geçmişte kalmış bir kız meselesi ortamı geriyor. Murat herkesle, her şeyle kavga etmek istiyor sanki. Doktora tezini Meşrutiyet Dönemi Tiyatrosunda Ermeniler olarak belirleyen Ayşen’e neden bu konuyu seçtiğini sorduğunda alacağı cevabı da biliyor belli ki. “Ayşen, Murat’a doğru kafasını sağa (çünkü sağdaydı) çevirerek, ‘Hrant’ın ölümünden çok etkilendim ama asıl işte ailemin kökeni ile ilgili belki de,’ derken, ‘ama’dan sonraki cümleyi yarım ağız ve devrik söyleme gereği duymuştu. Ama Murat mevzuyu sezmişti bir kere, ‘Dur, tahmin edeyim, senin nenen Ermenidir kesin!’” Ayşen’in önce ciddiye aldığı hemen ardından gelen kahkahadan kendisiyle dalga geçildiğini anlaması Murat’ın bitip tükenmez reddini bize açıyor. Özellikle öykünün vurucu son cümlesi, bu kamburu hep sırtlarında taşıyacaklar ve dedeleriyle yüzleşemeyecekler olarak ikiye ayrıldığımızı, öyle de kalacağımızı imliyor sanki.
1915’in yolunu 1909 Kilikya katliamının açtığı söylenir. Kilikya’da yaşananları Yıkıntılar Arasında* adlı eserinde anlatmaya çalışır Zabel Yesayan, gücünün yettiğince. Alıntıladığım şu satırlar Dört Köşeli Kambur’un özünü, yüzyıl süren suskunluğu daha iyi anlamamızı sağlar belki: “Dul kadınlar birbiri ardı sıra, umutları kırık, başları öne eğik ve elleri göğüslerinde birleşmiş, ürkek adımlarla ağır ağır kiliseye doğru ilerliyorlardı… Talihsiz kalabalığın üzerine büyük bir hüzün çökmüştü… Herkesin, ardından gözyaşı dökeceği birden çok ölüsü vardı… Gördüklerini anlatmaları gerekmiyordu; çünkü umutsuzluğun korkunç dehşeti baruttan kararmış yüzlerine zaten kazınmıştı… Tanrı kör ve dilsiz kalmış, bu kutsal mekânda yok olmuştu sanki.”
Dört Köşeli Kambur aslında yazarın Türkiye Üçlemesi’nin ikinci kitabı. İlki Bitik Ülke Son Atı adında bir şiir kitabı. Ali Özgür Özkarcı’nın şiire yakınlığı öykülerde de anlaşılıyor, bazen bir cümlenin şiirselliği, bazen aynı cümleyle başlayan ve ritim yaratan paragraflar bir şair yazarla karşı karşıya olduğumuzu hatırlatıyor bize. Bazı öykülerde olmasa da olur diyebileceğimiz açıklama yapan cümleler -üçüncü öyküden yapılmış alıntıdaki parantez içi gibi- dışında tekniğiyle, dili ve anlatımıyla yeni ve farklı. Bu açıklayıcı cümleler dipnotlarda göze batmazken olay aktarımı sırasında fazlalık gibi duruyor. 
Derdiyle, dermansızlığıyla, yüküyle, hatırladıklarıyla okunması gereken bir kitap olmuş Dört Köşeli Kambur. Üçlemenin son kitabını sabırsızlıkla bekliyorum.

Ali Özgür Özkarcı, Dört Köşeli Kambur, Everest Yayınları, Nisan 2019, 86 s.

* Zabel Yesayan, Yıkıntılar Arasında, Aras Yayınları.

* Bu yazı Notos'un 75. sayısında yayımlanmıştır.

Dorothy Parker - Tüm Öyküler

  Aşk Eski Bir Yalan Delidolu Kitap’ın son dönemde bizi tanıştırdığı öykü yazarlarını büyük bir zevkle okuyorum. Daha önce Notos’a ...