20 Şubat 2020 Perşembe

Kurdun Postu


Taşradan Manzaralar
Geçtiğimiz günlerde Antalya Film Festivali’nde ödülleri toplayan Bozkır filminin taşrayla ilgili olduğunu öğrendiğimde son dönem Türk sinemasında taşranın ne kadar önemli bir yer kapladığını düşündüm. Oysa Türk edebiyatında taşra sinemaya ters orantılı bir biçimde oldukça az yazılıyor artık. Türkiye artık köylerde değil, şehirlerde yaşıyor ama bu şehirlerin de çoğu taşra ve biz buraları ancak orta yaşa yakın bazı yazarlardan okuyabiliyoruz.
Geçtiğimiz aylarda genç yazarların öykülerinin birbirine çokça benzediği, genelde aynı konuların, aynı dertlerin anlatıldığı sosyal medyanın farklı mecralarında konuşuldu. Özellikle iki büyük şehir, İstanbul ve Ankara özelinde ele alırsak, aynı çevrelerde yaşayan, birbirine benzer hayatlar süren yazarların aynı şeylerden beslendiğini, bu nedenle de bilmedikleri hayatlar hakkında yazabilmelerinin pek de mümkün olmadığını söyleyebiliriz. Bu sorun aslında Türkiye’deki çarpık kentleşmeyle ilgili ve hiç öngöremeyeceğimiz bir biçimde edebiyatı etkiliyor. İşte bu nedenle 2019 Yaşar Nabi Nayır Gençlik Öykü Ödülü’nü kazanan Batuhan Aşıktoprak’ın ilk kitabı Kurdun Postu’nu okuduğumda hem şaşırdım hem sevindim.
Batuhan Aşıktoprak taşra öyküsü yazmasını beklemediğimiz bir kuşağın taşra öyküleri yazan bir bireyi. 1994 doğumlu. Daha kitabın ilk öyküsü Yabancı’yı okurken bu gencecik yazarın hayata başka bir yerden bakabildiğini seziyoruz. Köyde babaannesi ve dedesiyle yaşayan bir çocuğun gözünden anlatılan öykü o klasik tonton nine, merhametli dede imajını yerle bir ediyor. Bahçedeki ıspanakların üzerine düşüp bayılmış bir adam bulduğunda dedenin hemen tüfeğine sarılması, bilip bilmeden ayyaşlıkla suçladığı adamı jandarmaya teslim etmeye çalışması, istedikleri olmayınca ilk fırsatta Tanrı’ya saydırmaya başlaması... aslında hepsi o kadar tanıdık ki çünkü yaşlılarla biraz olsun yaşamış herkesin bilebileceği gibi yaşlılar huysuzdur ve bunun istisnası çok azdır. Baygın adamı Tanrı misafiri olarak gören babaanneyle adamı evden atmaya çalışan dedenin kavgalarının doğallığı, babaannenin evdeki gizli hâkimiyetinin küçük detaylarla hissettirilmesi öyküyü güçlendiren öğelerden.
Kitaba adını da veren Kurdun Postu öyküsü şehirde yaşarken kaybettiğimiz doğa - insan ilişkisini her satırında hissettiriyor diyebilirim. Öyküde asıl olarak koyunları telef edip köpekleri parçalayan kurt ve onu avlamaya çalışan babanın gerilimi verilirken, alt katmanda baba-oğul ve baba-anne arasındaki ilişkiler var. “On dokuz yaşında, dünyası bu köyden ibaret bir erkek çocuğu olarak, uykuların yalnızca rüyalar tarafından bölündüğü yerlerden birinde yaşamadığımı biliyordum. Zindan gibi bir gece yarısı uyanıp, kaçırılan koyunları ve parçalanan köpekleri saymanın buradaki hayatın doğal ve kaçınılmaz yazgısı olduğunu çok küçük yaşta öğrenmiştim.” Kendini böyle tanıtan anlatıcı, doğayla gayet realist ilişki yaşayan babasına göre biraz romantik. Harekete geçmeden önce kendini, duygularını dinleyip yorumluyor. Yine böylesi bir gecede uyandırıldığında en önce parçalanan iki köpekle bağ kuracak vakit olmadığına sevinip köpekleri gömme işini babasına bırakıyor. Babasının gereksiz yere uyandırıp uykusuz bıraktığı annesine üzülüyor. Kurduğu kapanları bir anda bastırıveren karın altında kaybedip sonra birine ayağını kaptıran babasına da üzülüyor. Bunlardan anlıyoruz ki aslında anlatıcımız zorlu koşullardaki köy hayatına çok da uyum sağlayamayacak biri. Oysa babası vuracağı kurdun postunu duvara asmayı hayal ederken, annesi bu hayale “Bok vurursun. Hayvanlar salak yerine koyuyor seni. Belediyeden erzak alır gibi koyun çalıp gidiyorlar.” sözleriyle karşılık veriyor. Evdeki uyumsuz kendisi. Hafif hafif sezdirilen bu duygusallığı ve uyumsuzluğu, hele öykünün sonunda iki sayfa boyunca soluksuz okuduğum arasında gidip geldiği korkusu ve vicdanıyla Batuhan Aşıktoprak bambaşka bir karakter yaratmış. 
Kitabın son öyküsü Büyük, İyi Bir Şey’i okumam belki de otizmli öğrencilerin yuhalanması gibi korkunç bir olaya denk geldiğinden beni oldukça etkiledi. “Ona atının öldüğünü söylemediler, çünkü oğlan ölümün ne olduğunu bilmiyordu.” gibi çok iyi bir ilk cümleyle başlayan öykü, bize rahatsızlığını tam anlamadığımız ama otizmli olması muhtemel Ferit’i, onun mutluluğu için elinden geleni ardına koymayan anne ve babayı hiç dramatize etmeden, ajite etme hatasına düşmeden anlatıyor. Öyküde ismi olan tek karakter Ferit, günler boyu aynı noktada atını bekleyen, üzüldüğünde patates kızartmasıyla mutlu olan küçük bir çocuk. Diğer herkes isimsiz, bazen anne – baba, bazen kadın – adam diye anılıyor. Öyküde bir de çingeneler var, bir baba-oğul ki klasik bir biçimde atların yemlerini çalmakla suçlanıyorlar. Ferit’in babasının çingene çocukla karşı karşıya kaldığı ânla en sonda iki çocuğun bakıştığı an öykünün doruk noktaları. Babanın hırsızlık yapan çingene çocuğu yakaladığında hissettiği öfke ve cezalandırma isteği aslında kime karşı? Aklı da bedeni de sapasağlam çingene çocuğa mı, sağlam olmayan tuhaf oğluna mı, yoksa bir çocuğa bu şiddeti gösterebilen kendine mi?
Anne babanın Ferit’in iyiliği, mutluluğu için yaptıkları bir yandan, baş başa kaldıklarında içine düştükleri çaresizlik ve suskunluk bir yandan, oğullarını garip gözlerle bakan yabancılardan koruma çabası bir yandan, öykü tüm bu yaşananların ağırlığını detaylarla hissettiriyor bize. “Anne, oğlu ağlamasın diye akşam yemeğinde patates kızarttı, Ferit pencere dibindeki koltuğuna en sevdiği yemekle otudu, sustu. Bu kez anne ağlamaya başladı. Oğlunun farklı olduğunu anladığı günden beri, başına gelen şeylerin tümüne alışacak zamanı olmuştu, ama bunların bir annenin alışabileceği şeylerin ötesinde olduğunu anlayacak zamanı da vardı ve kadın daha çok o zamanı kullanmıştı.” Tüm bu zorluğa rağmen öykünün sonu, iki çocuğun bakışması ve sessiz iletişimleri bu dünyada umudun olabileceğini gösteriyor aslında... 
Kurdun Postu’nda çoğu öyküde bir baba-oğul meselesi olduğu fark ediliyor ama Batuhan Aşıktoprak’ın başka birçok derdi var öykülerine konu edeceği. Üzerinde düşünülmüş, çalışılmış, dili ve anlatımıyla, anlattıklarıyla dikkati çeken bir kitap Kurdun Postu. Böylesi özendirici bir ödülle taçlandırılması ayrıca sevindirici. Yazarın taşra ruhunu ustalıklı bir biçimde yansıtmasının yanında, Allahsız öyküsündeki deli ve son öyküdeki çocuk karakterlerini bambaşka biçimde, capcanlı yarattığını eklemeliyim.
Kitabı okurken bazı öykülerde gereksiz bir biçimde kullanılan “ve” bağlaçlarını işaretlemiştim. Bu yanlış kullanımın en yoğun olduğu öykü Akşamın Ardı. “Evlerimizin arası sahiden ve maalesef iki dakikaydı.” “Islanarak ve boşuna bir telaş içinde yorularak olsa da...” “Bilmediğim ve pek merak etmediğim hayatının güçlüğünden bahsederken...” gibi örneklerin hepsi birkaç sayfadan. Yine bazen gereksiz zamir kullanımı da göze batabiliyor, “Ayağa kalkıp yanıma geliyor, elimi öpüyor, onun eli küçük ve soğuk.” örneğinde olduğu gibi. Aslında biraz dikkat ve iyi bir editörlükle atılabilecek fazlalıklar bunlar. Ne de olsa Memet Fuat’ın “‘Ve’li Yazmak” başlıklı denemesinde yazdığı gibi, her genç yazarın bir “ve”leme dönemi oluyor. 


Banu Yıldıran Genç
Batuhan Aşıktoprak, Kurdun Postu, Varlık Yayınları, Ekim 2019, 95 s.
*Bu yazı Notos'un 79. sayısında yayımlanmıştır.


Dorothy Parker - Tüm Öyküler

  Aşk Eski Bir Yalan Delidolu Kitap’ın son dönemde bizi tanıştırdığı öykü yazarlarını büyük bir zevkle okuyorum. Daha önce Notos’a ...