İskandinav mitolojisi farklı
öykülerle birleşirse...
Tuhaf ve iyi öykülere, romanlara az
rastladığımız bugünlerde sizi İsveç kırsallarında,
göllerinde dolaştırıp, sonra adı sanı belli olmayan garip
dünyalara götürecek, bir an var olan sonra pof diye sırra kadem
basan insanlarla tanıştıracak, mitlerin, efsanelerin bir insanın
kaderini nasıl etkilediğini gösterecek bir kitap yayımlandı yaz
başında.
İsveçli genç bir yazar olan Karin
Tidbeck ve seçilmiş öykülerinden oluşan Zeplin adlı kitabı
bana Ursula K. Le Guin'i ilk okuduğum zamanlarda hissettiklerimi
anımsattı: Aynı heyecan, iyi bir şey okumanın verdiği tarifi
imkânsız haz, kırsal yaşamın, sıkıntının ve eski inanışların
nasıl ustaca harmanlandığını görmenin verdiği şaşkınlık.
Kitabın ilk öyküsü Beatrice
şu cümleyle başlıyor: “Doktor Franz Hiller bir zepline âşık
oldu.” Öykü bu farklı açılışından sonra Franz'ın Anna'yla
kesişen yollarına uzanıyor. Anna da bir buhar makinesine âşıktır
ve ondan hamile kalır. Öykü ilerledikçe Karin Tidbeck'in okuru
içine alan güçlü anlatımı o kadar etkili olur ki, finalde
yaşananlar hiç garip gelmez okura, “neden olmasın” diye omuz
silkip bir sonraki öyküye yol alır.
Bütün
öykülerin başlıca sorunlarından biri aslında çağımızın
hastalığı olan sıkıntı ve bu sıkıntının başlıca
nedenleri; günümüzde çarçabuk unutulanlar, anlık hevesler,
ölümün kabullenilmesinin zorlaşması ya da herhangi bir kayıp...
Tüm bu acılar yirminci yüzyıl sonu ve yirmi birinci yüzyıl
başını betimlerken, Tidbeck bu sıkıntıları garip dünyalara,
ilginç kurgulara yerleştiriyor. Distopik bir dünyanın ipuçlarını
veren Arvid Pekon Kim?
okurun kendisini sorgulayacak sorular sormasını sağlayabiliyor
örneğin. Yurttaşların belli numaralara sahip olduğu, kimin
aradığının ve tüm yaşamının santral memurlarınca
görülebildiği, santral memurlarının ise gelen bütün aramaları
aranan kişinin sesini taklit ederek cevapladığı bir ofis hayal
edin. Kimsenin özel hayatı bilinmiyor, herkesin imzalamış olduğu
SY-İY adlı bir belge var: Soru Yok-İfşa Yok. Beraber çalıştığınız
bir iş arkadaşınız ansızın toza dönüşse, onu unutmanız kaç
saniye sürerdi?
Kitabın
en etkileyici öykülerinden biri olan Rengeyiği Dağı,
eski inanışların insanların yaşamını nasıl etkilediğini
anlatırken, ergenlik çağında baş edilmeye çalışılan
sıkıntıyı okura anımsatması ve aktarmasıyla gerçekçi
sayılabilecek öyküler arasında yerini alıyor. Babaları olmayan
Sara ve Cilla'nın ninelerinin evini boşaltmak için şehirden köye
gittikleri yazı anlatır öykü. Ergenlik sorunlarıyla boğuşan
kızlar köydeyken ailelerinde birçok deli olduğunu öğrenir,
hatta garip dayıları Johann'ı tanıdıktan sonra kendilerinde olup
olmayacağını sorgularlar. Bütün köyün inandığı Vittra
denilen perimsi yaratıklar da bu garip atmosfere eklenince, Karin
Tidbeck'in hem acı dolu hem de mistik bir öyküyü anlatışındaki
ustalığa şahit oluyoruz.
Bana
unutulmaz Dune serisini anımsatan bir diğer öykü ise Augusta
Prima, hatta bir sonraki öykü
Teyzeler de bu
dünyadan yola çıkarak yazılmış. Kroket sopasıyla oynanan,
amacın golf topuyla uşakları öldürmek olduğu bir oyun,
birbiriyle sevişip duran ikizler, çalıların dışında ölen
yabancılar, konuşmamaları için dilleri kesilmiş, uşak olarak
yetiştirilen peri çocuklar ve bu dünyanın bir köşesinde tek
amaçları şişmanlamak ve çatlayıp ölmek olan teyzeler.
Özellikle Teyzeler öyküsünde
ele alınan ve detaylarıyla anlatılan şişmanlama süreci,
çatlayıp öldükten sonra onların yerlerini alacak olan yeğenlerin
hiç durmadan yemek yapmaları hayal gücünün neler kurabildiğini
gözler önüne seriyor. Zaman kavramının olmadığı Augusta
Prima ise günümüzdeki
tüketimin, sınıflar arası uçurumun, “öteki”ne karşı olan
acımasızlığın dünyayı nerelere götürebileceğini fısıldıyor
sanki bize.
Karin
Tidbeck yerelden evrensele nasıl başarılı bir yazar olunacağının
kanıtı. Bunu özellikle İskandinav mitolojisiyle başarıyor.
Kitapta yer alan Vitter, Pyret, cin, peri gibi doğaüstü
yaratıklar, anlatılan halk hikâyeleri, karma evlilikler ve
bunlardan doğan çocuklar, öykülerin çıkış noktasını
oluşturuyor, hatta Pyret öyküsü
tamamen bu doğaüstü varlığın araştırılma notlarından
oluşuyor. Tidbeck bütün bu motifleri İskandinav ülkelerinin
bildiğimiz melankolisiyle, ruhu boğan iklimiyle, günümüz
dünyasının sorunlarıyla harmanlayıp unutulmayacak öyküler
çıkarmış ortaya.
Kitabı okurken
aklıma sıklıkla Mezopotamya efsanesi Şahmaran, Arap kökenli
Yecüc ve Mecüc, Anadolu'da adı geçen Dunganga, Gulyabani,
Karakoncolos gibi inanışlar geldi. Bu varlıkların şöyle güzel
öykülere, romanlara konu olduğunu hayal etmek, Anadolu
mitolojisinin evrensel bir edebiyat tadıyla işlendiğini bilmek ne
güzel olurdu.
Umalım ki Aylak
Kitap yeni Tidbeck eserleri için biz okurları bekletmesin. Yaratıcı
kapak tasarımı, çok sık rastlamadığımız hard cover baskısı,
Tülin Er'in başarılı çevirisi ve Tidbeck'in aydınlatıcı son
sözü için farklı öyküleri sevenler kaçırmasın diyelim.
Banu Yıldıran
Genç
Zeplin
Karin Tidbeck,
Aylak Kitap, Haziran 2014, 151 s.
* Bu Yazı Agos Kirk'in 15 ağustos 2014 tarihli sayısında yayımlanmıştır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder