Boks şakaya gelmezmiş...
İletişim Yayınları, Ankara'dan genç
öykücülerle bizleri tanıştırmaya devam ediyor. Giray Kemer'in
temmuz ayında yayımlanan ilk kitabı Olaylar Boksörün Pazı
Sarmasını Yemesiyle Başladı ikinci
baskı için yola çıkmış bile.
Kitap, yazarın kendi deyimiyle “öykülerden oluşan bir roman”.
Romandan farklı olan tarafı ise bir yapboz gibi dizilmiş olması,
yaşananları kronolojik bir sıraya koysak ortadaki öykü başta,
baştaki öykü de sonlara doğru olmalı mesela. Her öyküde
anlatılan farklı bir kaybediş, bu kaybedişlerin sırasını,
zamanını kahramanın yaşam çizgisine oturtmak öyküleri tekrar
tekrar okuma isteği yaratıyor.
Öyküler tek bir karakterin yaşamına odaklı, birinci kişi
ağzıyla yazılmış. Bu anlatım biçimi okurla en samimi ilişki
kurulan anlatım biçimi olduğundan bazı tehlikeleri de yok değil.
Giray Kemer bu tehlikelere düşmeden, zaman ve duygu atlamalarını
ustalıkla halletmiş. Hatta iki sayfalık kısacık bazı öykülere
zamanda geri dönüşleri bile sığdırmış.
Kahramanımız
bazen üniversiteli, bazen mezun, genellikle işsiz, her zaman aşk
acısından muzdarip, yakın arkadaşlarıyla kardeş gibi olmuş,
dertli mi dertli bir amatör boksör. Boks salonunda ve boks
terimleriyle başlayan ilk öykü Ayten,
doğruyu söylemek gerekirse bu sporla hiç ilgilenmemiş, onla
ilgili hiçbir şey okumamış, hatta boksu pek de sevmeyen biri olan
beni korkuttu. Neyse ki Giray Kemer benim gibi okurlarına Nikotin
öyküsünde
güzel bir cevap hazırlamış: “Saçmalayışına takılmamaya
çalışarak 'Bazı filmler önemli,' dedim. Ne dediğim hakkında
hiçbir fikrim olmadan. Etkileyici bir şeyler söylemeye
çalışıyordum. Requiem
for a Heavyweight izlemeyen,
sonunda ağlamayan, ya da Hemingway okumayan birinin boksu
sevebileceğini düşünmüyorum.”
Öyküler genellikle Ankara'da geçiyor, Ankaralıların hep
söylediği üzere “dostlukların orada farklı olduğu”
hissediliyor. Yakın iki arkadaşın arasına giren bir kadın:
Şehrazat, tekrarlanan bir film karesi gibi akılda kalan
mezarlıktaki ayrılık, başka kadınlar, başka terk edilişler,
bol içki, sigara, esrar ve hep dönülen arkadaş evleri... Duygusal
bir karakter çizmesine rağmen sıradan bir romantizme esir olmaması
yazarın en büyük artılarından biri. İçen, içti mi sapıtan,
kavga eden, dayak yiyen, terk edildi diye hayatındaki her şeyin
tepetaklak olmasına izin veren bir ana karakter karşımızdaki ama
Giray Kemer öyküleri doğru anlarda bitirerek ya da gidişatı bir
anda ustaca çevirerek son dönemlerde sıkça rastladığımız
arabeske varan bir kaybeden edebiyatından uzak duruyor.
Kitabın
ithafında ve verdiği bir röportajda özellikle Barış Bıçakçı'dan etkilendiğini söyleyen Kemer'in dili de onunki gibi sade. Kısa
öyküye yakışan bir biçimde fazlalıktan, mecazlardan, gereksiz
benzetmelerden uzak. Olan
Bitmeyen öyküsündeki
“Elimdeki şişeyi yenisiyle değiştirip; yan yana duran,
birbirinden güç alan üç eski dostu andıran Topkapı Sarayı,
Ayasofya ve Sultanahmet'e doğru, o günü düşünerek içmeye devam
ettim.” cümlesi tarihi yarımadayla ilgili okuduğum en hoş
cümlelerden biri örneğin. Oldukça yaratıcı öykü adları da
muzip ve hatırda kalıcı.
Son dönemde öykünün tekrar öne çıktığını, büyük
yayınevlerinin art arda öykü kitapları yayımladığını görmek
oldukça sevindirici. Okurları pek çok genç öykücüyle
tanıştıran İletişim Yayınları umarım bu kitaptaki düzelti
hatalarını ikinci baskıda tekrarlamaz.
Banu Yıldıran Genç
Giray
Kemer, Olaylar
Boksörün Pazı Sarmasını Yemesiyle Başladı,
İletişim Yayınları, 92 s.
*Bu yazı Notos'un 48. sayısında yayımlanmıştır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder