Hastalıksız ve steril Avrupa
Arnon
Grunberg uzun bir süre önce keşfetmiş olmaktan mutluluk duyduğum
bir yazar. İlk olarak son derece eğlenceli Hayalet
Acı'yı
okumuş, sonra öbür kitaplarıyla devam etmiştim. Kitaplarından
birinin yazarı Marek Van Der Jagt. Bu sizi şaşırtmasın çünkü
Grunberg kendi uydurduğu bu adla Kelliğimin
Hikâyesi'ni yazıyor ve
1994 yılında zaten kazanmış olduğu Anton Watcher ödülünü bir
kez de takma adıyla kazanıyor. Hatta üstüne edebiyat
dergilerinde, gazetelerde bu iki yazar polemiklere giriyor ve sonunda
gerçek anlaşıldığında, ödül “Marek”ten geri alınıyor.
Grunberg
okurlarının bu eğlenceli hikâyeye şaşırmaması gerek çünkü
yazarın incelikli mizah duygusu bütün romanlarında görülüyor.
Romanlarında genel olarak orta sınıf Avrupalılarla uğraşmayı
tercih eden Arnon Grunberg, bunu Hastalıksız Adam'da
da sürdürüyor. Annesi çalışma kamplarından kurtulmuş bir
Yahudi olan yazar, muhtemelen “öteki” olmanın anlamını
bildiği için, kendisini ev sahibi sananları didik didik ediyor,
sahte duyarlılıklar ve uygar davranışlardan soyup geriye kalan
“Avrupalı”yı tüm çıplaklığıyla teşhir ediyor. Bu
teşhirde herhangi bir olumsuz yargı, eleştiri yok, Grunberg sadece
gerçeği gösterip aradan çekiliyor.
Bu kez İsviçre
Zürih'te yaşıyor orta sınıf Avrupalımız. Fakat Grunberg
romanlarındaki ana karakterlerden biraz farklı çünkü babası
Hintli olduğu için ten rengi “koyu”. Samarendra Ambani -ki
kendisine daha çok Sam deniyor- mimarlık eğitimi görmüş, Nina
adında beyaz bir kız arkadaşa sahip, geleceği parlak biri. Biraz
fazla ciddi, mizah duygusu pek gelişmemiş, temizlik hastası Sam'in
Bağdat'ta inşa edilecek bir opera binası yarışması için Irak'a
uçmasıyla başlar her şey. Burada başına gelenler trajikomiktir.
Ortada yarışma falan yoktur, zaten düzenleyen kişi öldürülmüştür,
Sam ajandır... Batı'nın en steril ve en tarafsız ülkesinden
çıkıp Doğu'da bir ülkede işkencelere, aşağılanmalara ve
pisliğe katlanmak Sam'in yaşamını altüst edecek, “hastalıksız”
bir adam olarak gittiği Irak'tan ruhu hastalanarak dönecektir.
Konsolosluğun
çabasıyla kurtarılıp ülkesine geri dönen Sam, olayları yok
sayarak hatta onlardan fanteziler uydurarak yaşamını tekrar rayına
oturtmaya çalışır.
İsviçre'de
televizyona vereceği röportajlardan birinde yapımcı kendisine
neden sadece sekiz dakika süresi olduğunu açıklar: “Sizin
İsviçre pasaportunuz var elbette, ama siz tipik İsviçreli
değilsiniz. İnsanlar size bakınca Asyalı bir tip görüyorlar,
izleyiciler sizinle özdeşleşemiyor.” Bu sözler Sam'i sarsar
çünkü o kendisini yıllardır tipik bir İsviçreli olarak görür:
“hijyenik, güvenilir, tarafsız, disiplinli ve itaatkâr”. Oysa
en yakınları bile yine o bilindik Avrupa şüpheciliğiyle onun
casus olup olmadığını tartışmaya başlamıştır. Koyu tenli
tipik bir İsviçreli olamayacağı aşikârdır.
Kahramanımız
“çivi çiviyi söker” mantığıyla, başına gelenleri
aşabilmek adına bir kez daha Doğu'ya fakat bu kez biraz daha
gelişmiş bir yer olan Dubai'ye gider. Oysa garip ve trajikomik
yazgısı burada da kendini gösterir. Sam yakınlarının
şüphelerini hisseder ve kendini savunmayı bırakır.
Arnon
Grunberg Hastalıksız Adam'da,
özellikle Doğu'yu betimlediği bazı bölümlerde, eleştirdiği
seçkinci bakışın tuzağına kendisi düşüyor, klişe tipler ve
yerler yaratıyor. Bu nedenle ilk kez Grunberg okuyacaklara mutlaka
Tirza'yı
tavsiye ediyorum.
Banu Yıldıran
Genç
Arnon
Grunberg, Hastalıksız
Adam, Alef Yayınevi,
191 s.
* Bu yazı Notos'un Nisan-Mayıs 2014 sayısında yayımlanmıştır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder