Geçtiğimiz ay Sel Yayıncılık
tarafından yayımlanan, Bünyamin Hazar'ın ilk romanı “Niç”
Türkiye edebiyatında çok da işlenememiş bir konuyu oldukça
başarılı bir biçimde ele alıyor, sağlam kurgusu ve özenli
diliyle dikkat çekiyor.
Ülkede 30 yıldır var olduğu bilinen
savaşa ve bu savaşın en kirli döneminin hüküm sürdüğü 90'lı
yıllara dair, Bitlis'te geçen bir roman “Niç”. Hayatta
ne istediğini tam olarak bilemeyen, amaçsızca sınıf öğretmeni
olmayı seçmiş Cihan'ın askerliği sırasında yedeksubay öğretmen
olarak atandığı Niç'te, bir yılda yaşadıkları romanın
çatısını oluşturuyor. Bu çatının etrafında Osmanlı'dan bu
yana süren Doğu-Batı çatışmasından Ermeni soykırımına;
köylüyle bütünleşemeyen Batılı öğretmenlerden milliyetçilik
timsali askerlere; ölüm korkusundan yalnızlığa kadar birçok
farklı konu yer alıyor.
Niç'i farklı kılan, Doğu'yla
ilk kez karşılaşan İstanbullu bir öğretmenin yaşadıklarının,
bildik oryantalist tuzaklara düşülmeden, içten ve doğal bir
biçimde anlatılması. Cihan, sosyal demokrat gelenekten gelen, ana
dilde eğitimden yana, her sabah okutulan andın ırkçı olduğunun
farkında, yani birçok öğretmene göre Kürt illerinde çok daha
rahat çalışacağını düşüneceğimiz bir karakter. Fakat
Bünyamin Hazar dönemin şartlarını ve psikolojisini o kadar
ustalıklı bir biçimde vermiş ki Cihan'ın Bitlis'e ilk adım
attığı andan itibaren herkesten “kimseye güvenme” sözünü
duymasının yol açtığı güvensizliği, yalnızlığı,
uyumsuzluğu ve köylüyle ilk başta kuramadığı yakınlığı
okuyucu anbean hissedebiliyor. Şehirde geçirdiği ilk gece atılan
bombayla yaşadığı korku, yalnız kaldığı, tıkırtıların
duyulduğu, bazen kardan pencere ve kapıların tamamen kapandığı
lojmanında ona hep eşlik edecek, bölgede öldürülmüş
öğretmenlerin, yakılan lojmanların gölgesi hep üzerinde
olacaktır.
Arka planda yaşanan savaş, kesilen
yollar, korucular ve gerilla arasındaki gerilim hiçbir zaman ön
plana geçmediğinden Niç aslında politik bir roman
sayılmaz, romanın asıl derdi bireyin yalnızlığını,
korkularını ve geçirdiği dönüşümü anlatmak. Bu anlatımda
hem dilin farklı kullanımları, hem de çiş kaçırmak, temizlik
takıntısı, mide bulantısı gibi sembollerin anlamlı tekrarları
bireyin iç dünyasına yolculuğu kolaylaştırıyor. Bu nedenle
öncelikle insana dair bir roman Niç.
Romanın kurgusu klasik bir romandan
oldukça farklı, katmanlardan oluşan bir zaman eğrisine sahip. Ana
katman Bitlis'teki bir otobüs yolculuğuyla başlıyor,
Diyarbakır'da sona eren bu yolculukla da bitiyor. Bazı bölümlerde
bu katmana geri dönüyoruz. Başka bir katman Cihan'ın Bitlis'teki
öğretmenevinde geçirdiği ilk günle başlıyor, orada tanıştığı
arkadaşlarıyla gelişiyor. Köyde yaşadıkları bir katmanı
oluştururken, lojmanda yalnız kaldığında yaşadıkları farklı
bir katmanda yer alıyor. Bu katmanlar doğrusal değil, döngüsel
bir biçimde yer alıyor roman bölümlerinde. Bir bölümün başında
okuduğumuz cümleleri başka bir bölümün sonunda okuduğumuzda,
bazen zaman ileriye değil geriye doğru ilerlemiş oluyor.
Teorik olarak anlatması tabii ki
okumaktan çok daha zor. Postmodernizme göz kırpan bu kurgu farklı
olmasına rağmen okuyucunun kafasında soru işareti bırakmayan
netlikte, bir süre sonra tüm katmanlar birbirini tamamlıyor, olay
örgüsünde herhangi bir boşluk kalmıyor, hatta zamandaki
sıçrayışlar karakterin iç dünyasını, neyi neden yaptığını
anlamakta okura yardımcı oluyor. Romanda satır aralarında verilen
politik olayları göz önüne aldığımızda 96 sonbaharında
başlayan, 28 Şubat sürecini atlatıp Refahyol hükümetinin
düşmesiyle biten bir yedeksubay öğretmenlik görevi Cihan'ınki.
Romanın dili de oldukça özenli.
Ustaca gözlemlenip yazıldığı belli; köylülerle yaşanan
diyaloglar oldukça doğal, hatta bir bölümde Cihan çat pat Türkçe
konuşan köylülerin bozuk cümle yapısını hemen kafasında nasıl
düzelttiğini detaylı bir biçimde anlatıyor. Öğretmenlerle
yaşanan diyaloglar ise olması gerektiği gibi, doğallıktan uzak,
ikircikli ve politik konularda bile oldukça teorik. Korkularının,
sorgulamalarının yer aldığı bölümler ise genellikle noktalama
işareti kullanılmadan yazılmış. Özellikle hastalandığı
bölümde sayfalarca, sayıklarcasına süren bu anlatım doruk
noktasına ulaşıyor:
“...ve bu ruh halimden nefret
ediyordum içimdeki canlılığı istekleri neşemi gücümü emiyor
yutuyordu ve ayağa kalktım kollarım bacaklarım halsizlikten
uyuşmuştu ve bir ateş gibi üzerime çöken sıkıntı soluğumu
da tutmuştu ve kesik kesik aldığım nefes yetmiyordu ve içim
daralmıştı ve attığım adım yeri kavrayamıyor
sendeliyordum...”
Tarihten bahsedilen bazı bölümlerde
-1938 Dersim olayları, Köy Enstitülerinin kapatılması- anlatımın
ders kitaplarına benzer biçimde öğretici olması dışında, bir
ilk roman için oldukça başarılı “Niç”. Hatta
Cihan'ın günler geçtikçe öğrencilerle, koruması Kulik'le,
köydeki tek tük Ermeniyle kurduğu dostluk, okuma yazmayı öğretme
çabası ve görevi bittiğinde yaşanan veda her okuyanın yüreğine
dokunacak, umudunu tazeleyecek. Barışa düşe kalka ulaşmaya
çalıştığımız şu günlerde “insan” olmaya dair bu romanı
her edebiyatseverin okuması dileğiyle...
Banu Yıldıran Genç
Niç
Bünyamin Hazar
Sel Yayıncılık, Eylül 2013, 310 s.
*Bu yazı Agos Kirk'in Kasım sayısında yayımlanmıştır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder