Kitap okuma alışkanlığımı
ilkokulda okumaya başladığım Agatha Christie'lere borçlu biri
olarak polisiye her zaman favori türlerimden oldu. Polisiye
yazanlar, uzun yıllar “Türkiye'de neden polisiye yok?”
sorularına muhatap kalırken, son yıllarda Türkiye edebiyatında
bu türdeki artış polisiyeseverleri de bu soruyla karşılaşmaktan
bıkan yazarları da sevindirecek nicelikte.
Esra
Türkekul'un ilk kitabı olan Kapalıçarşı Cinayeti bu
türe oldukça sağlam bir giriş yapıyor. Adıyla, kapağıyla
iddialı olan kitap aynı bölgede geçen Dan Brown'un Cehennem'inden
hemen sonra yayımlanarak riskli bir giriş bile yapmış
sayılabilir. Oysa okuyanlar bu şehrin kalbinden yazılan bu kitabın
mekânının gerçekten “İstanbul” olduğunu hemen fark
edeceklerdir.
Okurlara
hem yeni bir polisiye hem de yeni bir kadın kahraman sunan
Kapalıçarşı Cinayeti
bu sebeple çifte kavrulmuş lokum sayılır, çünkü Miss
Marple'den bu yana biliyoruz ki kadınların cinayetlere bakış
açısı çok daha farklı. Türkiye edebiyatında kadın kahraman
deyince ilk akla gelenlerden biri Esmahan Aykol'un kahramanı;
eğlenceli, akıllı, albenisi olan yarı Alman Kati Hirşel'i
oluyor. İşte Kapalıçarşı Cinayeti'ndeki
kahramanımız Berna Tekdemir de akıllı, eğlenceli bir kadın ama
dahası var, kocasından yeni boşanmış, babası yeni ölmüş,
depresyonun eşiğinde, 80 kiloyu geçmiş, kendisini devanasına
benzeten bir kadın!
Kitap, kocasından
boşandıktan sonra arada sırada turist rehberliği yapmaya başlayan
yeminli tercüman Berna'nın, bir kış günü İstanbul'u
gezdireceği Amerikalı çifti otellerinden almasıyla başlıyor.
Berna içimizden biri, hatta fazlasıyla içimizden biri. Romanın
akıcılığını sağlayan unsurlardan biri oldukça bol bir biçimde
Berna'nın içsesine yer vermesi. İtalik yazılmış bu bölümler
neredeyse önümüzdeki kitabı polisiye olmaktan çıkarıp
kahkahalar atmamızı sağlayacak bir mizah kitabına döndürüyor.
Kendini oldukça bahtsız bulan, kendinden, hayattan, gezdirmek
zorunda olduğu turistlerden ziyadesiyle nefret eden Berna'yı tabii
ki olmayacak işler bulur. Amerikalı erkek turist Kapalıçarşı
civarında ölü bulunur. Cinayetin ortasında kalakalan Berna,
İngilizce bilmeyen, suratsız komisere yardım edebilmek için olay
çözülünceye kadar bir nevi dedektiflik yapar. Bu arada
Kapalıçarşı esnafından İstanbul'un garibanlarına, yeni moda
yaşam koçlarından maço polislere, gerçekçi bir Türkiye
manzararası çıkar önümüze.
Gün gün
ilerleyen romanın, polisiye olarak kurgusu başarılı, çözüme
adım adım gidiliyor, ipuçları okuyucuya tek tek veriliyor, son
bölümde de güzel bir biçimde toparlanıyor. Bir okur olarak benim
gözüme sadece Berna'nın arkadaşı Muzaffer'in de olaylara dahil
olması battı, zaten çöldeki bahtsız Bedevi gibi dertleri
etrafına toplayan Berna'nın bir de arkadaşlarının olaya
karışması biraz zorlama olmuş. Muzaffer, işin sadece komik ve
romantik kısmında yer alsaymış, daha dengeli olurmuş.
Kapalıçarşı Cinayetleri'nde
polisiye kurgu dışında oldukça başarılı bulduğum diğer bir
konu Berna ve annesinin ilişkisi. Boşanıp anneevine dönen
depresif bir kadının annesiyle paylaştığı yalnızlık,
babasının ölümüyle annesinin kendisini içinde bulduğu yalan ve
koskoca bir kadın da olsa sırf annesini üzmek ve ona nazlanmak
adına, bile bile söylenen kırıcı sözler, yapılan çocukça
hareketler eminim birçok kadın okura tanıdık gelecektir.
Yukarıda
bahsettiğim Berna'nın içsesi de kadın okurlara tanıdık
gelirken, erkekleri şaşırtabilecek nitelikte. Özellikle boşandığı
kocası ve onun yeni sevgilisi için düşündükleri erkek okurların
gözünü bile korkutabilir. Arkadaşlarıyla kız kıza muhabbeti,
bir kadeh fazladan şarap için uydurduğu bahaneler ve fazla yemek
sonrası iradesine ettiği küfürler... Günlük dili, popüler
kültürü, argoyu ve küfrü bolca ve ustaca kullanıyor Esra
Türkekul.
“Kadın,
Reynard'ı ağına düşürdüğüne inanıp yılbaşı hindisi yolma
planları yaparken adam yan çizdiyse... Al işte bir senaryo. Böyle
kafadan çatlak, postmodern tarikatçılardan acayip çekinirim ben.
Mesela dünyada en korktuğum kişilerden biri Tom Cruise'dur. Adam
bilimkurgu yazarının kurduğu dine inanıyor. Böyle tipler, insanı
yatırır, kıtır kıtır keser de kimsenin ruhu duymaz valla.
Beyinlerinin contası çıkmış bir kere.”
Bir röportajında polisiyelerde güçlü kadın kahramanların
azlığından bahseden Türkekul, ilk romanında okuyucuya hoşça
vakit geçirten, merakını taze tutan, okuması zevkli bir polisiye
ortaya çıkarmış. Hatta güçlü kadın karakterden fersah fersah
uzakta olduğu sanılan ama yanıltan Berna Tekdemir'in bundan
sonraki maceraları okurlar tarafından merakla beklenecektir.
Kitapla ilgili eleştirebilecek önemli bir nokta editoryal
okumasının eksik olduğu, “duraksama yapmak”, “belim bıhınım
ağrıyor” gibi yanlış kullanımların dışında, “son derece
ajite olmuştu” gibi çeviri kokan cümleler var. Yine birkaç
yerde “sağ ayak bileğinin dışını, sol bacağının dizinin
üstüne koymuş”, “gözlerini sağ üst köşeye ve dik yukarıya
iki kez devirdi” gibi üzerinde ikinci kez düşünülmemiş,
yazarın da editörün de gözünden kaçmış cümleler var.
Oldukça
etkili bir biçimde tanıtımı yapılan, hatta cezbedici bir tanıtım
videosu bulunan Kapalıçarşı Cinayeti
polisiyeseverleri tatmin edecek nitelikte bir roman.
Banu Yıldıran
Genç
Kapalıçarşı
Cinayeti
Esenkitap, 256 s
*Bu yazı Agos Kirk'in Kasım 2013 sayısında yayımlanmıştır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder