Eflatun Kadınlar…
Cahide Birgül uzun bir aradan sonra
dördüncü romanını yayımladı. Daha önceki romanlarını okumuş
olanlar yazarın edebiyatımızda çok da yer almayan gerilim türünde
yazdığını, gerilim dozunu ustaca ayarlarken karakterleri
olabildiğince derinlikli işlediğini, toplumun aksayan yönlerini
hafifçe eleştirdiğini bilirler.
Eylül ayının sonlarında raflardaki
yerini alan Eflatun Koza da özellikle başarılı
kurgusuyla dikkat çekiyor. Yurt dışında Patricia Highsmith’in,
Ruth Rendell’in öncüleri olduğu gerilim türü aslında oldukça
zor bir tür. Marketlerde yerlere saçılarak satılan yığın
romanlarına dönüşmeden, okuru çok da sıkmadan, merak unsurunu
sonuna dek taşıyarak ilerlemeli gerilim. Cahide Birgül,
kahramanlarının hastalıklı hallerini anlatmakta, bu hallerin
nedenlerini hissettirmekte ve ipin ucunun koptuğu yere doğru düğüm
ata ata ilerlemekte oldukça yetkin bir yazar. Bunun sonucunda okur
iyi bir gerilim filmi izliyormuşçasına romanın içine
girebiliyor. İyi betimlemeler, derin çözümlemeler, doğal
diyaloglar ve monologlar sayesindeyse roman bittiğinde edebiyatın
sinemadan farklı tadı kalıyor okurda.
Eflatun Koza, adını çok
sonradan öğrendiğimiz kahramanın kayıp bir zamandan sonra
gazeteciliğe başlamasıyla açılıyor. Romanın başındaki alıntı
aslında okura kahramandan şüphelenmek gerektiğini imliyor: “İki
hep vardır. Bu harika, sihirli, yaratıcı, kamusal ve özel rakam
belki de evrenin gizemli sırrıdır. İnsan iki kişiyi sevebilir,
hepimizin içinde iki cinsiyet de vardır, taban tabana zıt duygular
yar yana bulunur. Ben dünyayı böyle görüyorum.” Patricia
Highsmith’ten yapılan bu alıntı sayfalar ilerledikçe kahramanın
örümcek fobisine de, hiç konuşmayan annesine de, ansızın
beliren ve biten topallamasına da yanıt olacak, ama tabii ki zamanı
geldiğinde, yazar elindeki ipleri okuyucuya vermeye karar
verdiğinde…
Ana karakter olan Evrim büyük bir
gazetede çalışmaya başlayan, yeni mezun bir genç kız, yalnız,
mutsuz ve beklentisiz. Tüm bu özelliklerini biliyor ve hatta öyle
olmak istiyor. Erken ölmüş babası, kahramanın erkek arkadaşıyla
kaçmış, bu nedenle artık görüşülmeyen kız kardeşi ve bütün
gün dikiş dikip hiç konuşmayan annesinden oluşan, sıradan
sayılabilecek bir aileye sahip. Yazar oldukça sık geriye
dönüşlerle ailenin bir arada olduğu günlerden de bahsediyor ama
olayların örülmeye başlandığı zaman ortada kahramanın ve
annesinin paylaştığı büyük ve sessiz bir yalnızlık var.
Cahide Birgül’ün romanlarında en
sevdiğim yanlardan biri o bitmek bilmeyen sıkı fıkı mutlu
çekirdek Türk ailesi yalanını okurun yüzüne çok da şiddetli
olmayan bir şekilde vurmasıdır. Suçun, suçlunun, gizlenen
ayıpların kaynağı da aslında bu çekirdek ailelerdir. Her akşam
perdelerin çekildiği o evlerde nelerin yaşandığını, yaşanıp
da saklandığını ya da yaşanırken biriktirilenlerin nasıl
patlayacağını hiç kimse bilmez. Bildiklerimizse ya gazetelerin
üçüncü sayfa haberlerinde yer alır ya da iyi bir romanın
kurgusuna dâhil olur.
Eflatun Koza’daki
çekirdek ailede de silik bir baba, kızlarına ellerine iğne
batırarak dikiş öğretmeye çalışan baskın karakterli bir anne,
kardeşinin sevgilisini elinden alacak kadar hırslı bir kız kardeş
ve sindirilmiş, birçok korkuyla donanmış, kendine güveni hiç
gelişmemiş diğer kardeş yer almakta. Roman, gazetede kendisine
verilen kayıp kişilerle ilgili dosyayı araştırmaya başlayan
Evrim’in daha fazla kırılmamak için kendisine ördüğü kabuğun
gün be gün çatlamasını, en sonunda da kırılıp yerle bir
olmasını anlatıyor kabaca. Araştırdığı dosyada kaybolan iki
kadın; Çağla ve Irmak ölmüşler midir, yoksa eşcinselliklerini
rahatça yaşayabilecekleri bir masal ülkesine mi kaçmışlardır?
Gazetenin sadece tirajını artırmak için ortaya attığı bu kayıp
dosyaları, Evrim’in bir dedektif gibi iz sürmesine, tanıklarla
konuşmasına, hatta eşcinselliğin de var olduğu bir dünyaya adım
atmasına yol açacaktır.
Romanın bu bölümleri polisiye tadı
da taşımakta, Evrim’in aslında kayıpları bulmak gibi bir
sorumluluğu olmadığını bilmesi ama yine de kendini tutamayıp
hata yaptığını bile bile ilerlemesindeki tutarsızlık iç
konuşmalarla okura açıklanıyor. Gittiği gey barda tanıştığı
Necla, Necla’nın sevecenliğiyle ördüğü kabuktan çıkmaya
başlaması, kendine bile itiraf edemediği hemcinsine duyulan aşk
sayesinde okuyucu romana adını veren kozanın yavaş yavaş
kahramanı sardığını hissediyor. Yalnızlıktan ve suskunluktan
başka hiçbir şey istemeyen Evrim’in yaşadığı bu duygular
onun zorlukla kurduğu dengesini alt üst edecek ve bu dengenin
dağılmasıyla birlikte okurun daha ilk alıntıyla merak etmeye
başladığı, cevaplanmayan sorular bir bir yanıtını bulacak.
Cahide Birgül bölüm bölüm
ilerledikçe okuyucunun önüne bıraktığı ipuçlarını oldukça
iyi kotarılmış bir sonla toparlıyor. Ailenin tekinsizliğinden
başka, toplumdaki homofobiyi de gözler önüne seriyor yazar. Ne
parmağını sallayıp ders vermek gibi bir kaygısı var Birgül’ün
ne de aykırı olmaya çalışıp puan toplamak gibi… Anlattıkları
oldukça doğal bir şekilde, hiç göze batmadan olgunlaşıyor ve
sonlanıyor. İki kız kardeşin yaşadığı garip çekişme,
plazalarda yaşanan iş ilişkileri, gereksiz söylenen yalanlar,
insan psikolojisinin aslında ne garip olduğunu anımsatıyor okura.
Tüm bu iyi yönlerin yanında üzerinde
çok da çalışılmadığı hissini uyandıran bir dili var
Birgül’ün. Romandaki kurgunun iyi olması, dilinin savrukluğunun
etkisini azaltıyor. Yine de aceleye gelmiş cümleler, bozuk
anlatımlar yer yer rahatsız edici olabiliyor. Gerilim tarzında
olmaması gereken bazı mantık hataları yazarın gözünden kaçsa
bile editörün gözünden kaçmamalıydı. Romanı okumayı sekteye
uğratan en önemli eksik ise bence düzelti hatalarıydı, umarım
Everest Yayınevi bundan sonra yayımladığı kitaplarda daha özenli
bir çalışma sergiler.
Banu Yıldıran Genç
Cahide Birgül, Eflatun Koza,
Everest Yayınları, 184 s.
* Bu yazı Notos'un 20. sayısında yayımlanmıştır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder