Gerçekler bazen
“kurgudan da garip”
Adını ilk kez 'Dövüş Kulübü'yle
duyduğumuz Chuck Palahniuk, Türkiye'de oldukça sevilen bir yazar.
Romanlarının hepsi Ayrıntı Yayınları'nın Yeraltı Edebiyatı
dizisinden yayımlandı. Dövüş Kulübü'nün önce filmini izleyip
sonra romanını okumamız yazarı için bir talihsizlikti belki ama
bundan iki yıl önce 'Ölüm Pornosu' romanının Başbakanlık
Küçükleri Muzır Neşriyattan Koruma Kurulu Başkanlığı
tarafından yasaklanmak istenmesi, Palahniuk'un lehine işledi. Ölüm
Pornosu -doğal olarak- aylarca en çok satanlar listelerinde kaldı,
inadına okundu, birçok insan kalıpları kırmaya çalışan, sert,
aykırı, eleştirel, küfüre, alkole ve şiddete yakın duran
“yeraltı edebiyatı” denilen akımdan haberdar oldu. Palahniuk
kitapları hızla yayımlanmaya devam etti.
'Kurgudan
da Garip' Türkiye'de yeni yayımlansa da Amerika'daki basım yılı
2004. Daha önce dergilerde, gazetelerde yayımlanmış deneme,
röportaj ve anıların bir araya getirilmesiyle oluşturulmuş. Üç
bölüme ayrılan kitabın birinci bölümü İnsanlar
Bir Arada
adını taşıyor ve Amerika'nın en garip hobileriyle uğraşan
insanları anlatıyor. Chuck Palahniuk, önsözde romanları için
yaptığı araştırmalardan, kurguda yararlandığı gerçeklerden
bahsetmiş, bu ilk bölümü okurken görüyoruz ki Amerika gözlem
yapmak isteyen bir yazar için oldukça verimli bir ülke. Bu bölümde
porno festivallerinde, biçerdöver parçalama yarışlarında,
ölümüne yapılan güreşlerde boy gösterenlerden tutun da perili
evlerde yaşayanlara ve “şato” yapan inşaatçılara kadar bir
dolu garip insan var. Benim en çok ilgimi çeken bölüm kendilerine
şato yapanlar oldu, Palahniuk'a o kadar detaylı bir biçimde
izolasyon hatalarından, bir dahaki şatoda bunu yapmayacaklarından,
nasıl taş kullanmak gerektiğinden vs. bahsetmişler ki bu
topraklarda gariplik olarak en fazla Karadeniz'de evlerin bahçesinde
yapılıp da denize nasıl indirileceği belli olmayan kayık
yapanları bildiğimizden, şato inşa etmek uğruna bankalardan
kredi çeken, hayatını buna adayan, zarar eden ama yine de pes
etmeyen bu insanları anlamak biraz güç. Bu renkli dünyalarla
karşılaşan, onlarla konuşan, onları gözlemleyen Palahniuk'un
her romanında yaratıcı bir biçimde bulduğu konulara çok da
şaşırmamak gerekiyormuş demek ki.
İkinci
bölüm Portreler,
ünlülerle yapılan röportajlardan oluşuyor. Güzel film yıldızı
Juliette Lewis'in Scientology tarikatına üye olması, yaptığı
makyajlar ve sahne şovlarıyla adından söz ettiren ve şiddetle
özdeşleştirilen Marilyn Manson'ın oldukça yumuşak ve hassas
yapısı, köpeğiyle arama kurtarma çalışmalarına katılan
Michael Keating'in yaşamın boşluğu ve tezatları hakkındaki
sözleri bu bölümün etkileyici noktaları. Röportaj yapılan bazı
insanları Amerikan popüler kültürüne çok hakim olmadığımızdan
tanımasak da yazarın keyifli anlatımı, aralara serpiştirdiği
ilginç ayrıntılar röportajları rahatça okutuyor. Bugün
karşılıklı soru-cevap olan söyleşi türü yerine yanlış bir
biçimde röportaj sözcüğünü kullananlar, Palahniuk'un
Portreler'ini
okuduklarında röportajın aslında tam da böyle, gözlemler,
yorumlar ve sorularla yazılan bir tür olduğunu öğreneceklerdir.
Yine bu bölümde Amerikan edebiyatının önemli iki yazarı
anlatılıyor: Bir yaratıcı yazı atölyesinde ders olarak işlenen
Amy Hempel'ın nasıl okunması gerektiğini anlatan bir yazı ve
eserlerinin birçoğu bizim de izlediğimiz filmlere dönüşen,
çağının çok önünde giden bir yazara, Ira Levin'e yazılan
övgüler ve sorularla dolu bir mektup. Palahniuk'un çok
etkilendiğini söylediği, etkili bir kısa öykü yazarı olan Amy
Hempel'ın ve insan psikolojisi üzerine usta bir yazar olan Levin'in
kitapları Türkiye yayıncılarının dikkatini çeker mi acaba?
Üçüncü
bölüm Kişisel
adını taşıyor ve Chuck Palahniuk'un öyküye yakın anılarından
oluşuyor. Bence kitabın en önemli bölümü çünkü yazar olmakla
ilgili genel geçer sözlerin aksine, bu süreçte yaşanan tüm
rezillikleri, acımasız bir avcıya dönüşen edebiyat ve sinema
sektörünü tüm gerçekliğiyle anlatıyor. Yaşamının önemli
kesitlerini detaylarla, oldukça içten bir biçimde okurla paylaşan
yazar, yaşadığı bunalımları, içine düştüğü utanç verici
durumları, trajik yaşam öyküsünü, yani normalde yazarların
oldukça ketum davrandıkları her şeyi bir dostuna anlatır gibi
anlatmış. En mahrem şeylerden bile o kadar doğal bir biçimde
bahsediyor ki kitabı okurken bir içki sofrasında Palahniuk'u
dinliyormuşsunuz gibi garip bir hisse kapılabilir, hatta kendisini
teselli etmek isteyebilirsiniz. Babaannesi dedesi tarafından
öldürülen, babası yatağın altına saklanması sayesinde
kurtulan yazarın yaşamındaki tek cinayet bu değil maalesef. Dövüş
Kulübü'nün yayımlanmasından hemen sonra babası gazeteden bulup
tanıştığı kadının kocası tarafından öldürülecek ve
yakılacaktır. Bu kadar garip ölümlerle çevrilmiş yazarın nasıl
olup da bu denli karanlık ve şiddet dolu yazdığına çok da
şaşırmamak gerekiyor sanırım. Yine de yazdıklarının
karanlığına karşın Palahniuk oldukça umut dolu bir yazardır;
'Dövüş Kulübü'nde de, 'Ölüm Pornosu'nda da, 'Pigme'de de
sevgi, annelik, dostluk gibi kavramlar kahramanların yaşamlarını
değiştirir. Belki de yazılıp yazılıp çöpe atılan onca
yazıdan, içerek ve sızarak geçen yıllardan sonra bir biçimde
yayıncıların dikkatini çekmesi, şansının ve yolunun
açılmasıyla ilgilidir bu umut. Romanlarının arka planında her
zaman Amerikan toplumunun yalnızlığını, mutsuzluğunu, içi
boşluğunu vurgulaması da belki bir gün bunların da kendi kaderi
gibi değişeceğine olan inancındandır. Kim bilir?
Banu Yıldıran Genç
Kurgudan da Garip
Ayrıntı Yayınları, 256 s.
* Bu yazı Agos Kirk/Kitap ekinin Nisan sayısında yayımlanmıştır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder