11 Haziran 2019 Salı

Poz


Görülmeyenleri görünür kılmak
Banu Özyürek adını uzun zamandır duyduğum ama bir türlü ilk kitabı Bir Günü Bitirme Sanatı’nı okuyamadığım bir yazardı. Yeni öykü kitabı Poz’un çıkacağını sosyal medyadan duyduğum, hele kapağının güzelliğine çarpıldığım an kitabı almaya ve okumaya karar verdim. 
Notos’un bu köşesi benim iki ayda bir telif yazarlar, hatta özellikle de öykü kitapları üzerine yazmak istediğim bir köşe. Tabii ki çıkan her kitaba ulaşıp okuma şansım yok ama bazı sayılarda elime alıp alıp bitiremediğim kitaplar sebebiyle yabancı yazarlara sığınıp onları yazıyorum. Bu kez öyle olmadı, Poz okur okumaz “Ben bunu yazarım.” dememi sağladı. Çünkü Banu Özyürek son dönemde sıkça rast geldiğim üzere dil ve içerikte kolaya kaçmamış, kendince yeni biçimler denemiş. 
Banu Özyürek’in öykü karakterleri hakkında tek bir genelleme yapabiliriz, arka planda kalan, kalmayı seçen, insanların arasına karışmaya çekinen, çocukken bile görülmemekten mustarip olup bunu hayatının bir döneminde yenmek isteyen karakterler. O nedenle İpeksi saçlarımla sahnede adlı öyküdeki anlatıcının iç sesi birçok karakterin iç sesi olabilir: “Elleri. Ayakları. Ayak parmakları. Boynunu sağa sola büküşü. Hepsi incecik varlıklarıyla müthiş bir yapıyı tamamlıyorlardı. Bense kımıldasam. Yani dans etmeye falan kalksam onun gibi. Can çekişen zavallı bir canavara benzerdim ancak.” Hemen sonraki öykü Kapı’da da otobüse binip bir bara gitmeye çalışan anlatıcı benzer hezeyanlar yaşıyor. Kontrolün kendisinde olması, kendisine hedef belirleyip bir mekân bulması, o mekânın kapısından içeri girebilmesi en hayati mesele o anda. İşin güçlüğünü hissettikçe aklını çelen düşünceler de cabası... “Eve gitsem, koltuğuma otursam, duvara baksam, perdeleri çeksem, tavaları iç içe dizsem, kendime dokunsam, tavana baksam, ekmeğin arasına ciğer koysam.” Oysa yapacak şey çok basittir: “Bir bara gitmek? Bunda. Yapılamayacak. Hiçbir. Şey. Görmüyorum.”
Her iki öyküden de alıntıladığım cümlelerde dikkat çekici bir unsur Banu Özyürek’in dildeki yenilik arayışları. Bitmemiş cümleleri noktayla sonlandırarak anlatıcının düşüncelerini takip etmemizi kolaylaştırırken, hemen yukarıdaki cümlede olduğu gibi tereddüdün yazıya nasıl aktarılabileceğine örnek oluşturuyor. Özyürek’in dildeki hâkimiyetini bazen günlük parçalarındaki, bazen bir anneanne anısındaki doğallıktan da anlayabiliyoruz, karakterin tam da öyle yazacağını, tam da öyle konuşacağını hissettirebiliyor. Meramını anlatmaya çalışırken bazen noktalama ve yazımda denediği yenilikler en başta da bahsettiğim kolaycılıktan onu ayırıyor.
Zeynep’e, Arzu’ya, Raif Hoca’ya adlı öykü hem çocukluğu romantize etmeden tüm cehennemiyle anlatması hem de mizahıyla en sevdiklerimden biri oldu. Anıya göz kırpan yapısı ve unutulmayacak “sidikli” kahramanıyla çocukluğu 80’lerin devlet okullarında geçmiş herkesin kendinden bir parça bulacağı bir öykü. “Kibar mıydı, salak mıydı? Hep aynı ince, şaşkın sesiyle ‘Sırandan su akıyor,’ derdi. ‘Biliyorum, mataram delinmiş.’ Ben de öyle diyordum işte. Kibar insan aynı soruyu otuz kere sormaz değil mi, demek ki çocuk düpedüz aptalmış. Ne yapalım. Halbuki o tarihlerde, o ilkokulun, o sınıfının, o sırasındaki yegâne memba benim korkak bedenimdi. Ve mataram da sapasağlamdı.” Olan biteni bir çırpıda anlatmak isteyen bir arkadaşınızdan dinlermişsiniz gibi okunan bu öyküde görülmeyen bir kahramanın çocukluğu nasıl olurdu, onu da anlıyor insan.
Kafe Planet Planet ise mekânın neredeyse bir karakter gibi derinleştirildiği, sonrasında ise orada çalışan Ergün ve Hande’nin karmaşık ilişkilerinin anlatıldığı bir öykü. Öykü Tanrı anlatıcıyla başlasa da bir süre sonra Ergün’den çok Hande’yle ilgilenmeye ve onun günlüklerinden parçalar okumaya başlayan değişik bir Tanrı anlatıcı bu. Hatta Hande’nin yazdıklarını tatmin edici bulmayıp okurun kafasında soru işaretleri bırakıyor: “Biraz daha zaman geçmiş gibi, yine tarih yok. Hande bu günlük işinde çuvallıyor belli ki, özellikle mi bir yazıyor bir yazmıyor tarihi yoksa unutuyor mu anlamadım, neyse işte hangi gündeyiz bilmiyorum ama işler yine değişmiş.” Kafası karışan ve her şeyi biliyormuş gibi başlayan anlatıcıyı bile çileden çıkaran Hande ve günlüğünden takip edebildiğimiz kadarıyla sürekli değişen fikirleri... Ve bundan yine komik aynı zamanda hüzünlü bir öykü çıkaran Banu Özyürek.
Kafe Planet Planet, Mutluluk adlı öykünün de mekânı aynı zamanda. Kısacık bir metinde öykü içinde öykü yazmış Banu Özyürek. Kafe Planet’in o yeşil çerçeveli, yeşil tenteli girişinin güzelliğine takılıp kapıdaki etrafı kozalak ve kokinalarla çevrili pirinç çanı görünce içeri giren, kafenin tılsımlı bir söz gibi tekrar edilen adını düşünürken uyuşan, lapa lapa kar yağarken kafenin penceresinden bakıp kek yiyen bir başkasını hayal eden bir anlatıcı var bu kez. Hayal ettiği adam da hayaller peşinde üstelik. Onun hayalinde ise bir yaz günü kendisi denize bakıp da ölmüş kardeşini düşünürken arkasından onu izleyen ve ona deliler gibi âşık, sevişmeleri uğruna şiirler yazan bir kadın var. Hayal içinde hayali, öykü içinde şiiri, mevsim içinde mevsimi ve sarmal kurgusuyla usta işi bir öykü Mutluluk.
Ve Özyürek kitabın son öyküsü Kutsal sevgilimiz’de edebiyat dünyasında çok da dillendirilmeyen bir konuyu yine o kendine özgü mizahıyla ele alarak unutulmaz bir karakter yaratmış: Suna Ferhat. Kitap dosyası gönderdiği yayınevi tarafından aylar süren bir bekleyişten sonra, üstelik o bildik ve gıcık iki kelimeyle -“Kolaylıklar dilerim”-  reddedilen, bu reddedilişten sandığından da çok etkilenen Suna Ferhat. Öykünün Epifani ve olası bir telefon görüşmesi alt başlıklı bölümünde bilinç akışı tekniğiyle büyük harf kullanmadan ret mail’ini yazan editöre haykırırcasına yazılmış satırlar çok dikkat çekici. Öykünün unutulmayacak son cümlesi ise belki de çağımızı özetliyor. Kim bilir?
Banu Özyürek yazdıklarıyla da yazma biçimiyle de yenilikçi ve cesur bir yazar. Bir an önce tanışmanız umuduyla. 
Banu Özyürek, Poz, Everest Yayınları, Şubat 2019, 135 s.


* Bu yazı Notos'un 75. sayısında yayımlanmıştır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Dorothy Parker - Tüm Öyküler

  Aşk Eski Bir Yalan Delidolu Kitap’ın son dönemde bizi tanıştırdığı öykü yazarlarını büyük bir zevkle okuyorum. Daha önce Notos’a ...