5 Haziran 2017 Pazartesi

Anne Kız, Harikasın

Renkler, tatlar, kokular...
Hayatımızdaki güzel şeyler bir bir kaybolmazdan evvel Radikal’da Elif Türkölmez’in yazılarını okumayı çok severdim. Küçücük bir detaydan yola çıkıp kurduğu yazıları nasıl olurdu bilmiyorum illa bam telime dokunur, yazıdaki renkler, kokular, anlar üst üste peş peşe beynime anıların üşüşmesini, unuttum sandığım şeylerin aslında oralarda bir yerlerde beklediğini anlamamı sağlardı. Ayın anı yağmurunu bu kez Türkölmez’in ilk öykü kitabı Anne Kız, Harikasın’ı okurken hissettim. Gazete yazılarında bir biçimde güncele bağlanan o detaylar bu kez kurmaca bir dünyaya yelken açmış ama kurmaca dünya gerçeğinden pek de farklı olmuyor, özellikle de gerçeklerin bu denli fena olduğu bu memlekette, o nedenle aynı gazetedeki yazıları gibi bu öyküler de Adile Naşit-Münir Özkul filmleri gibi aynı anda hüznü ve sevinci yaşatıyor.
Bu ara nedense hep çocukluk üzerine bir şeyler okudum, hatta yazdım. Şimdilerde çok moda oldu geçmişten, çocukluktan bahsedip edebiyatın, yazının dümenini nostaljiye kırmak, eskiden her şey bambaşkaymış, çok güzelmiş gibi anımsamak. Elif Türkölmez’in farkı biraz burada aslında, eskiden de çoğu şeyin iyi olmadığını gösteriyor bize, gecekonduda büyüyen çocuklar için, Kürtler için, küçük yaşta evlendirilen çocuklar için... Türkölmez öyküleri özellikle 80’lerde büyüyen çocukları etkileyecek. Geçmişe özlem insana has duyguların en baskınlarından, gerçeklikten kaçma mı, yalanlara inanma mı, çocukluğun masumiyetinin çekiciliği mi bilmiyorum ama öykülerde bir yandan eski evlerimizdeki o eşyaları, ritüelleri, ailemizin gençliğini anımsayıp o özlem duygusunu sonuna dek yaşarken bir yandan da unutmaya çalıştığımız, beynimizin arkasına attığımız umursanmamayı, şiddeti, ne olursa olsun her şeyin toz pembe olmadığı günleri bilinçüstüne çıkaracağız.
Şu hayatta var olan herkes kendine yer bulabilir Elif Türkölmez’in öykülerinde. Eski İstanbullu hanımefendiler, köyden kente göç etmiş aileler, evlilik programı sırası bekleyen genç kızlar, işten atılıp da tazminat bekleyenler, kocasının ikbali için kapanmak zorunda kalan kadınlar, memleketin doğusunda doğduğu için utananlar... Kitabı bitirince hem "batsın bu dünya" deyip kederlenmek hem de iyi insanların, iyi anların, iyiliğin hâlâ var olduğu inancıyla dolup taşmak ise Elif Türkölmez’in alametifarikası.
Yazarın kullandığı dilin ve diyalogların doğallığı öykülerin bu denli etkili olmasının başlıca nedenlerinden. Bu diyaloglar yaşadığımız absürt durumları, hatta keşke yaşamasak dediklerimizi de gözler önüne seriyor bazen.
Börekçi, tezgâhın başında, bebeği kolayca yutsun diye ekmeğini lokma lokma yapan bir anne misali pideleri ve poğaçayı şerit şerit doğradı.
Serkan, Nergis’in ellerini tutup, ‘Şuna Kürt böreği demesen,’ dedi.
Neye?’ dedi Nergis. ‘Kürt böreğine mi?’
O sırada böreği geldi, üzeri şekerli...
Ya ne bileyim... Biz de solcuyuz tamam ama Kürt deyince tüylerim diken diken oluyor be.’
Nergis çayından bir yudum aldı.
Sustu.”
Nergis, Şekerli Börek öyküsünün başında çocukluğunun börekçilerini, abisini anımsarken, güzel gidecek dediğimiz öykü yukarıdaki tanıdık diyalogla devam ederken, abinin kayboluşu, abiyi aramaya gelenlerin yaptıkları, örgüt delili kabul edilen havuçlu patatesli bezelye yemeği bir anda her şeyi ters yüz ediyor. Elif Türkölmez derdini hiçbir biçimde okurun gözüne sokarak anlatmıyor, satır aralarında, yukarıdaki gibi diyaloglarda, akla bir an gelip hemen gidiveren anılarda buluyoruz bu dertleri.
“‘... Kavaklar’ın pastası da çok güzel oluyor. Hele krokanlısı’ diyor. ‘Oğlum getiriyor bana her ay başında. Yenmiyor tabii, çöpe gidiyor. Ama alıyor getiriyor sağ olsun.’ Yanındaki genç kızı gösterip, ‘Gürcü bu,’ diyor. Gürcü bakıcı limonlu dondurmasından küçücük lokmalar kaşıklıyor sessizce. Mukadder Hanım sade kahvesini içiyor. Gözü dondurmada. Gürcü bakıcı önüne bakarak dondurmayı kaşıklamaya devam ediyor.”
Yaşlısı çok olan semtlerde yaşayanlar bu sahneyi çok rahatlıkla gözlerinin önünde canlandıracaklardır. Kuşburnu Dondurması'nda gençlikte nefret edilen, orta yaşlara gelindiğinde az daha anlayış gösterilen, yaş almaya başlandığında biraz da endişeyle empati kurulabilen Mukadder Hanımların yalnızlığını, sese, söze hasretliğini, birbirini kovalayan sineklere, tavanda dönen eski pervaneye, havada asılı kalan sessizliğe kadar hissettiriyor Elif Türkölmez.
Alıntıladığım öykülerden yazarın hep hüzünden, dertlerden beslendiğini sanmayın sakın. Yazarlar normalde anlattıklarının kullandığı sözcükler sayesinde okurun gözünün önünde canlanmasını ister, Elif Türkölmez ise gözümüzün önünde canlanmasından başka anlatılanların kokularını duymamızı sağlıyor. Öykülerin içinde yaz helvasının, sarımsak soslu düdük makarnanın, anne patatesinin, balık ekmeğin kokusunu duyacaksınız. O güzel yaz günlerinde toplanıp gidilen kadınlar plajının, babadan habersiz yapılan planların heyecanı olacak üstünüzde. “Leyla, tabii ki, bayıldı bu fikre. Gitti yıllar evvel giydiği mayoları çıkardı hurçların içinden. Evi lastik yanığına benzer eski mayo kokusu sardı. Yalıkavak’taki yazlığımız, Leyla’nın gençliği, güzelliği, alımı çalımı, mangal kokusu, buz gibi bira, babamın sesi, tabakta karpuz...” Eski mayo kokusu burnunuzda, "Tabii ya, mayo kokusu, aynı lastik, ben nasıl bulamadım bunu!" diye diye Leyla, Simay ve Aslı’yla Kadınlar Plajı öyküsündeki yerinizi alacaksınız.

Banu Yıldıran Genç


Elif Türkölmez, Anne Kız, Harikasın, Çınar Yayınları, Nisan 2017, 75 s.
* Bu yazı Notos'un 64. sayısında yayımlanmıştır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Dorothy Parker - Tüm Öyküler

  Aşk Eski Bir Yalan Delidolu Kitap’ın son dönemde bizi tanıştırdığı öykü yazarlarını büyük bir zevkle okuyorum. Daha önce Notos’a ...