Bu senenin dikkat çeken
yayınevlerinden Jaguar Kitap son olarak Juniçiro Tanizaki'nin Naomi
adlı romanını yayımladı.
Juniçiro Tanizaki daha önce Can
Yayınları tarafından kitapları basılmış bir yazar. Yaşamı
boyunca güzellik, erotizm, sadizm ve mazoşizm gibi temaların
etrafında gezinen yazar, önce Batılılaşmak gerektiğini savunan
roman ve öyküler yazmaya meyilliyken, 1923'teki Büyük Kanto
Depremi yüzünden Tokyo'dan ayrılınca kendi kültürüne ilgi
duymaya ve Batılılaşmayı eleştirmeye başladı. Naomi
romanı bu eleştirel düşüncenin ilk ürünlerinden.
Japon edebiyatının önemli yazarının
bu romanı okurken zihnim hep iki türlü karşılaştırma yaptı.
Birincisi Batılılaşmayı çok benzer bir biçimde işleyen
Tanzimat ve Servet-i Fünun romanlarıydı. Her ne kadar Milli Eğitim
müfredatının sıkıcı parçaları olarak aklımızda kalsa da
birçok roman aynen Naomi'de olduğu gibi özentiden
ileriye gidemeyen trajikomik tiplemelerle doludur. Naomi'yi tam bir
Batılı gibi yetiştirme görevini üstlenen, içten içe ise “bu
güzel ve Batılıya benzeyen kadının yanındaki özenilen erkek”
olmayı isteyen Kawai Joji, saflıkta ve özentide Ahmet Mithat
Efendi'nin Felatun Bey'ini aratmayacak cinsten. Yine akla gelen bir
diğer benzer kitap, Bihruz Bey'in kahramanı olduğu Araba
Sevdası. Kawai Joji aynen Bihruz Bey gibi Batılılaşma
sevdasının bir kurbanı olur, istediği ölçüde Batılılaşamadığı
gibi, tüm maddi varlığını bu uğurda harcar. Romanı okurken 20.
yüzyıl başlarında Doğu va Uzakdoğu'nun ne denli baskı altında
olduklarını ve çıkış yolunu sadece ama sadece Batı'ya
benzemekte bulduklarını görmek, okurun üstüne bir hüzün ve
karamsarlık çökmesine neden oluyor. Bu romanı Türkiyeli okurlar,
Avrupalı ya da Amerikalı okurlardan farklı yorumlayacaklardır,
çünkü “Batılılaşmak” kavramı hemen hemen iki toplumda da
aynı biçimde algılanmış. Japonların güzellik anlayışının
bugün bile bu kavramın üzerine kurulmuş olduğu gerçeği
-dünyada en çok estetik ameliyat yapılan yerlerden biri Japonya,
kadınların pek çoğu göz kapaklarını kaldırtıp, burunlarını
küçülttürerek beyaz ırka benzemeye çalışıyor- aslında
1920'lerde yazılmış bu romanın maalesef günümüzde bile geçerli
bir anlayışı ortaya koyduğunu gösteriyor.
Karşılaştırma yapılabilecek diğer
bir konu ise fettan kadının erkeklerin başına açtığı işler
olarak özetlenebilir. Naomi yüzünden Joji'nin başına gelenleri
okudukça özellikle Nabokov romanlarından ikisi aklıma düştü:
Karanlıkta Kahkaha ve Lolita.
Birincisini okurken “bu kadar da olmaz” deyip, sinirlenip romanı
bıraktığımı anımsıyorum en çok. Yaşananların acımasızlığı
konusunda kimse Nabokov'la yarışamaz, Tanizaki ona göre çok daha
iyimser ve kibar kalır ama bir benzerlik olduğu ortada. Naomi'de
Lolita'daki gibi ensest ve pedofili emareleri olmasa da
Joji, Naomi'yi 15 yaşındayken himayesine alması ve yetiştirmesiyle
ilgili pek çok kez kendini savunmaya çalışır. Romanda cinsellik
açıkça anlatılmasa da küvette onu bebek gibi yıkaması,
ayaklarının altını öpmesi, Naomi'nin ona “babacık” demesi,
Lolita'yla Humbert Humbert'ın ilişkisini anımsatmıyor değil.
Joji'nin gün geçtikçe dara düşmesi, Naomi'nin insafsız
harcamaları, yavaş yavaş ortaya çıkan aldatmalar ve hileler,
Nabokov'un Karanlıkta Kahkaha'sında himayesi altına
aldığı karısı Margot tarafından bin bir türlü oyuna getirilen
Albinus karakterinin yaşadıklarına benzemekte. Türk edebiyatında
da böyle birçok femme fatale örnekleri var tabii ama şehvetin,
coşkunun ve aşkın bu derece erotik ve içten yazılmış biçimi
Türk edebiyatındaki örneklerden çok Nabokov'u anımsatır
özellikte.
Bu nedenle romanın önce “Bir
Budalanın Aşkı” adıyla yayımlanması son derece
normal. Eser Naomi adını zamanla kendi kendine
kazanmış, hatta Naomizm ve Naomileşmek kavramlarını
Japon kültürüne kazandırmış. Romanda Naomi önce Batılı
kadınlar gibi olabilmek için İngilizce ve dans dersleri alırken
karakterinin bozulması, saf bir genç kız olmaktan fettan bir
kadına dönüşmesi nedeniyle eleştirilmekte. Oysa Tanizaki asıl
olarak Joji'nin aklındaki Batılılaşma imgesini eleştirir, hatta
aklını başına alacak fırsatlara sahip olmasına rağmen bunları
değerlendirememesiyle “budala” unvanını romanın sonunda Joji
kendi kendine verir. Sonuçta Naomi'yi yönlendiren, yetiştiren,
İngilizce etken ve edilgen çatılarını öğrenemediği için onu
aşağılayıp hırçınlaşacak kadar Batı özentisi olan
kendisinden başkası değildir.
Naomi özellikle klasik
romanları sevenler için uygun. 1920'lerde, daha İkinci Dünya
Savaşı'nın korkunç yıkımı ve mutsuzluğu olmayan kendi halinde
bir Japonya atmosferinde, yabancısı olmadığımız bir konu son
derece yetkin bir biçimde işlenmiş. Bu arada Jaguar Kitap'ı
özenli çevirileri ve yaratıcı kapakları nedeniyle kutlamak
gerektiğini de belirtmeli.
Banu Yıldıran Genç
J. Tanizaki, Naomi,
Jaguar Kitap, 263 s.
*Bu yazı Notos'un 41. sayısında yayımlanmıştır.
Kitabı daha okumadım ama bu konusunu okuyunca lolitayla benzerliğinden bahseden bu blogu bulduğuma sevindim açıkçası.
YanıtlaSil