Vicdanlardaki
sızı...
Temmuz Çocukları bir
ilk roman. Daha önce iki öykü kitabı yayımlanan Menekşe Toprak,
bu kez ustalıklı bir kurgu ve iç içe geçmiş yaşamlarla roman
türüne yönelmiş.
Almanya, göçmenler, fabrikalar, çekilen sıkıntılar;
tanıdığımız, bildiğimiz konular aslında. Özellikle Türk
sinemasında bir dönem çekilen filmlerde bu tema yer alır,
izleyici de, mutlaka tanıdığı birileri Almanya'da olduğundan,
merakla izlerdi.
Edebiyatta ise önce Fakir Baykurt'la tanıdık oraları, daha sonra
başka bir kuşak geldi, Almanca yazan bu nedenle Alman Edebiyatına
dahil olan ama Türklerden bahseden yazarlar; Renan Demirkan, Feridun
Zaimoğlu, bu yazarların bazıları...
Menekşe
Toprak, romanın ana karakterlerinden biri olan Aysu gibi, Türkiye'de
doğmuş, sonra Almanya'da okumuş, lise yıllarında tekrar
Türkiye'ye dönüp üniversiteye burada devam etmiş. Romanın adı,
Toprak'ın Almanya'yı anlatan yazarlardan farkını imliyor. Temmuz
Çocukları,
bu ayda doğan çocukları değil, anası babası Almanya'ya
çalışmaya gitmiş ve geride bırakılmış çocukların temmuzdaki
yıllık izin sırasında onlarla hasret gidermesini anlatmakta.
Menekşe Toprak romanında hem buradan, geride bırakılmış
çocuklardan; hem oradan, çocuklarından ayrılıp ölesiye çalışan
ana babalardan söz ediyor. Bu bakımdan roman, en azından benim
okuduğum Almanya temalı kitaplardan ayrılıyor, daha önce geride
kalanların yaşadıklarını öğrenmeye pek de fırsatımız
olmamıştı.
Roman
iki ana başlıktan oluşuyor: Paralel
Hayatlar ve
Ölüm ve Cennet.
İlk
bölümde üç koldan ilerleyen romanın eksenini 1990'lardaki Ankara
oluşturuyor. Aysu, İç Anadolu'nun bir köyünde doğmuş, ablası
tarafından büyütülmüş genç bir kadındır. İlkokul yıllarında
anne ve babasının yanına gittiği Almanya'dan lisede dönmüş,
Ankara'da ağbisi ve teyzesiyle yaşamaya başlamıştır. Çocuk
yaşlarında çektiği ana babasızlık, ergenlik döneminde
Almanya'da yaşadığı yabancılık ve genç kızlığında hiç
bilmediği bir şehirde yaşadığı yalnızlık, Aysu'nun yaşamında,
içe kapanık ve sıkılgan olmasında büyük rol oynamıştır.
Duygularını döktüğü satırlar, yaşamının önemli kesitlerini
anlattığı öykülere dönüşmektedir. Bu öyküler romanın
kurgusunda bazen bölümleri birleştirici bazen de detayları
aydınlatıcı bir öneme sahip. Aysu'nun yeni ayrıldığı
sevgilisini unutma çabaları, yeni birileriyle tanışma heyecanının
sürdüğü yirmi dört saatlik bir zaman dilimi, romanın ilk
bölümünün Türkiye kısmını oluşturmakta.
Romanın Almanya kısmında, yine 31 Aralık'tan 1 Ocak sabahına
kadar sürecek olan yirmi dört saatlik zaman diliminde, hem Aysu'nun
anne ve babasının yılbaşı yalnızlıkları, hem de sonraları
aile için önemi ortaya çıkacak olan Klaus'un korkaklığı
anlatılmakta.
Almanya'da yaşayan birinci kuşak Türkler, Aysu'nun anne ve babası
Şükriye Hanım'la Sabri Bey'dir. Yıllarca fabrikada çalışıp
emekli olmuş, zamanında çocuklarını arkalarında bırakarak
hasret çekmiş, bir de üstüne herkesin bir tarafa çekip
gitmesiyle yalnız kalmışlardır. Kendilerini anne-baba hissettiren
tek çocukları Aziz'dir, Aziz Almanya'da doğup büyümüş,
Almanlarla arkadaş olabilmiş ve iş hayatına atılmış üçüncü
kuşak Türkleri temsil etmekte.
Yabancılarla iş dışında görüşmemiş, Türkiye'de yaşar gibi
yaşayan birinci kuşak ve özgüveni daha gelişmiş üçüncü
kuşak arasında ise romanda Süheyla'nın temsil ettiği üzere bir
ikinci kuşak var. Aysu'yu büyüten abla Süheyla, kırılganlığı,
mutsuzluğu ve depresyonuyla ailenin zayıf halkası. Sabri Bey'in
yıllarca çektiği vicdan azabına kurban olarak istemediği biriyle
evlendirilir, genç kızlık yaşlarında Almanya'ya götürülür,
uyum sağlayamaz, boşanır, bir Alman'a âşık olur, apar topar
yeniden evlendirilir, yıllar süren ilaç tedavileri de böylelikle
başlar.
Süheyla, ilk bölümün geçtiği yirmi dört saatlik bölümün
çatısını oluşturuyor, buna rağmen hep annesinin, babasının ya
da Aysu'nun iç sesinden dinlediğimiz bir Süheyla var. Aslında o
kimdir, ne ister, sessiz telefonlar ne demektir, bilemiyoruz. Yazar,
doğru bir kararla romanın asıl kahramanını okura bırakmış.
Almanya'daki diğer karakter Klaus, yıllar önce Süheyla'yla gizli
bir ilişki yaşamış bir Alman. Süheyla'nın aşkına karşılık,
bu ilişki onun için sadece bir kaçamak olduğundan, işlerin
ciddiye bineceğini anladığı an çözümü kaçmakta bulur. Bu
kaçışın nelere yol açtığından hiç haberi olmamış, haberi
olsa da konforundan ve ailesinden vazgeçmeyecek kadar bencil biridir
Klaus. 68'in etkin öğrencilerinden biri olmasına karşın, hayata,
gidişata kendini kaptırmış, geçmişi hakkında pek de
düşünmemeye çalışan korkak biri olarak çizilen Klaus, romanın
en etkisiz karakterlerinden biri. Türkler hakkında doğru düzgün
hiç düşünmemiş, Süheyla'yla ilişkisi varken bile onları
tanımaya korkmuş, "ülkedeki yabancılar" olarak görmüş
biri. Yılbaşı için kendisini arayan gizemli Türk'ü ararken,
Süheyla hakkında bilinmeyenleri aydınlatmakta.
Bu üç kol romanın ilk bölümünde birleşmiyor, her bölümde her
biri ayrı şeyler düşünüyorlar, yaşıyorlar. Yeni yılın ilk
gününde yaşananlara dek...
İkinci
bölüm Ölüm ve
Cennet, iki
yıl sonrasını anlatmakta, Aysu, Aziz, Sabri Bey ve Şükriye
Hanım, hayatındaki değişiklikleri, romanın gizli kahramanı
Süheyla'ya borçlular. Bu borçla vicdanları temize çıkacak mı,
yoksa azapları daha da mı büyüyecek, sanırım kitabın bana
bıraktığı en büyük soru bu oldu.
Menekşe Toprak oldukça başarılı bir kurguyla ilerletmekte
romanı. Göçmenlik, yabancılık, mezhep farklılığı gibi birçok
sorunu işlemesine karşın, bu soranlar karakterlerin derinliğini
oluşturduğundan, okuyucuyu rahatsız etmemekte. Açılmayan
telefonlar, kabuslarda görülen kopmuş el gibi detayları neredeyse
sinematografik bir biçimde, okuyuda merak unsuru uyandıracak ve
daha sonra bu merakı usulca tatmin edecek bir sistemle vermekte.
Tüm karakterlerin gün gelip de yalnız kendilerini düşünmeye
başlamış olmaları, dışardan bakıldığında mutlu aile denilen
kavramın aslında ne kadar sahte ve içi boş olduğunu da
gösteriyor. Süheyla'yı düşündüklerinde her karakterin içini
bir an için burkan vicdan azabı, ikinci dakikada yerini "aman
ne gelirdi elimizden" gibi bir boşvermişliğe bırakıyor,
üçüncü dakikada ise hızla akan yaşamın çekiciliği üstün
geliyor, o sızı unutuluveriyor. Yeni yılın sabahında düğümün
çözülmesini sağlayacak olan adım, Aziz'in uzun zamandır
görmediği Süheyla'dan borç istemeye niyetlenmesi. Menekşe
Toprak, sadece bu ironiyle bile modern, yalnız ve bencil bireyleri
oldukça etkili bir biçimde betimliyor.
Banu Yıldıran Genç
Menekşe
Toprak, Temmuz
Çocukları
* Bu yazı Notos'un 28. sayısında yayımlanmıştır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder