Hayatın temel bileşeni
olarak: C
Çağdaş İngiliz edebiyatının
önemli yazarlarından birinin romanı kısa bir süre önce Notos
Kitap tarafından yayımlandı. Tom McCarthy Londra'da yaşayan,
hemen hemen yazdığı her şeyle ses getirmiş, edebiyat dünyasıyla
yakından ilgili, genel sekreteri olduğu INS aracılığıyla
manifestolar, yazmış, sergiler açmış çok yönlü bir sanatçı.
2010 yılında Man Booker ve Walter Scott ödüllerinin adayı olan C
ise en önemli
romanlarından biri.
Zadie Smith, Joyce Carol Oates gibi
yazarların övgüyle söz ettikleri Tom McCarthy'nin niye büyük
bir yazar olduğunu C'yi ancak iki kez okuyarak
anlayabileceğimizi düşünüyorum. C adıyla bile tam olarak
neyi kastettiğini merak edeceğiniz, romanı okudukça bu soruya bir
sürü cevap bulabileceğiniz ve içinden kendinize en yakın olanı
seçebileceğiniz bir kitap.
Bu romanı öncelikle bireyin
olgunlaşıp toplumla uyum sağlamasının anlatıldığı bir
bildungsroman olarak okuyabiliriz. Bir bildungsroman
olarak C, Serge Carrefax'ın 1898'de başlayıp 1922'de sona
eren yaşamını anlatır. Telgrafla doğuma çağrılan doktorun
labirent gibi bahçelerden geçerek Serge'i doğurtmasıyla başlar
roman. Serge aynı David Copperfield gibi kafasının etrafında
cenin zarıyla doğar, ki böyle doğanların şanslı olduğu
söylenmektedir. Doktor bunu söyler ama romanın başında yazarın
verdiği izlenim Serge'in çok da şanslı bir aileye doğmadığıdır.
Baba Simeon Carrefax o çağın en
büyük yeniliği telgraflar, sinyaller, bakır tellerle
haberleşmeyle ilgilenmekte, evi aynı zamanda köyün sağır-dilsiz
okulu ve orada öğretmenlik yapmakta. Kendisi de konuşmayı
öğrenmiş bir sağır olan anne Carrefax, aile işi olan ipek
böcekçiliğini devam ettirmektedir. Mrs. Carrefax Viktorya dönemi
İngiltere'sinde alışık olduğumuz üzere ilgisiz bir annedir.
Serge ve ablası Sophie neredeyse hizmetçilerin ilgisi ve sevgisiyle
büyürler.
Gençlik çağına geldiklerinde Serge,
babasının yolunda usta bir sinyalci olma yolunda ilerlerken,
ailenin dahisi abla Sophie doğa bilimleri üzerine çalışmayı
tercih eder. Sophie'nin tam olarak anlaşılamayan bir buhran sonucu
intihar etmesi Serge'in yaşamının dönüm noktalarından biri olur
çünkü onun hayatla tam olarak kuramadığı bağı, insanlarla
kuramadığı iletişimi Sophie sağlamıştır. Bir iki yıl sonra
çektiği sindirim sistemi problemleri nedeniyle Klodebrǎdy
kasabasındaki bir kaplıca oteline gider, oradaki babacan doktorun
da yardımıyla çektiği ağrıların aslında “mela chole”,
kara safra ya da bugünkü deyişle “melankoli”den olduğunu
anlarız. İçinde bir yerlerde kendini tutmakta, sıkmakta, kasmakta
bu da tüm sindirim sistemini sarsmaktadır. Bunun Sophie'nin
ölümünden sonra olması, tam anlamıyla iyileşmenin ise ilk
cinsel birlikteliğiyle sağlanması ikinci okuma için soru
işaretleri oluşturacaktır kafamızda. Bu bölümde hastalığından,
bitmek bilmeyen kürlerden aslında içten içe zevk alan bir Serge
kalacaktır aklımızda.
İkini bölüm olan Oluk'ta Serge
Carrefax Birinci Dünya Savaşı'nda hava kuvvetlerinde gözlemci
olarak çalışıyor, uçağın arkasında oturup bombalanacak
yerleri keşfediyor, gerektiğinde ise pilotla haberleşerek
hedeflerin bombalanmasını sağlıyor. Genellikle göklerde geçen
bu bölümde Carrefax'ın çok da iyi olmadığını düşündüğü
-çocukken gözünde annesinin ipeklerinden birinin olduğunu,
dünyayı onun ardından izlediğini düşünüyor- görme duyusuyla
yapabildiklerini, perspektif duygusu olmadan çizebildiklerini ve
savaşın o vahşi ortamında düşmanı öldürme hazzının nasıl
da cinsel orgazma denk geldiğini görüyoruz. Savaşın sonunda bir
esir kampına düşen Serge'in kurtulması ise cenin zarının
gerçekten uğurlu olduğunu anımsatıyor okura.
Romanın üçüncü bölümü Çarpışma
adını taşıyor, Serge savaştan sonra mimar olmak üzere Londra'ya
gidecek ama savaşta alıştığı kokain ve eroinin peşinde
1920'lerin bohem gece kulüplerinde kaybolacak, dönemin ünlü
ispritizmacılarıyla garip deneyimler yaşayacaktır. Kitabın en
kolay okunan, en hareketli ve eğlenceli bölümü Çarpışma,
Serge'in eroin bağımlılığı yüzünden neredeyse ölümüne yol
açacak bölüm aslında. Sivil hayata çok da uyum sağlayamayan,
“Ben savaşı sevmiştim.” diyen Serge tam olarak
anlaşılamayan bir karakter olarak aklımıza kazınacak.
Son ve en kısa bölüm olan Çağrı'da
kahramanımız iyileştiği evinden Mısır'a doğru yola çıkar.
Oradan oraya savrulan Serge'in bilinen görevi bu kez Mısır'da
telgraf sistemi için doğru yer tespitidir ama aslında ne
yapacağını tam olarak kendi de bilemez. İskenderiye'ye, oradan
Kahire'ye, son olaraksa Sedment'e yolculuk yapan Serge, yanındaki
arkeologların uzun söylevleriyle kendini Antik Mısır'ın,
firavunların, Kleopatra'nın eski zaman hikâyelerinin içinde
bulur. Görme ve öğrenme hevesiyle dolaştığı mezarlar
olgunlaşmasının son demleridir.
Bildungsroman birinci okumayla
tamamlanmış durumdadır, genç bir adamın çocukluktan itibaren
erişkinliğe yol almasını hep beraber yaşarız. Peki C'yi
diğer modern romanlardan ayıran, Tom McCarthy'i Kafka'ya, Joyce'a,
Perec'e yaklaştıran nedir? İkinci bir okumayla her şeyin,
neredeyse her şeyin simge olabileceği bir dünyada buluruz
kendimizi. Okura ip ucu vermeyen anlatımı, Serge'in iç dünyasını
anlamamızı mümkün kılmayan soğukluğu ve olaylara dışardan
bakışı, duygularından bahsetmeyişi tahminlerle ilerlememizi
sağlar.
Tom McCarthy inanılmaz bir
araştırmacılıkla o dönemin teknolojisini, modalarını, savaş
tekniklerini en ince ayrıntısına kadar sunmuştur bize. 1900'lerin
başı her şeyiyle gözlerimizin önündedir fakat ana karakter
Serge Carrefax'ı ne kadar tanıtmıştır?
Anne Carrefax ilgisiz kocasının
farkında bile olmadığı kadar iyi bir ipek üreticisidir, oysa
afyona bağımlı yaşamaktadır, hatta gündüz bile uyuşmuş bir
halde gezerken Serge'in çocukken neredeyse ölümüne yol açmıştır.
Sağır olması ve dudak okumayla konuşmayı öğrenmesi büyük
ihtimalle kocasının eskiden öğretmeni olduğunu imler okuyucuya.
Mutlu mudur mutsuz mudur hiçbir zaman bilemediğimiz annesiyle
Serge'in kurduğu en içsel ilişki ipek üzerinedir ki kendisini
savaşta kurtaracak olan da ipek bir Alman paraşütüdür.
Sophie'nin titreşimlerini onun
ölümünden sonra bile hissedebilecek kadar etkilenen Serge'in
ablasına olan duygusu konusunda da McCarthy romanın sonuna dek açık
bir kapı bırakacaktır. Enseste yakın bu sevgiyi hissetsek bile
romanın sonunda Antik Mısır'da yaygın olan kardeş evliliklerinin
detaylı anlatımı, Serge'in ateşler içindeki son hezeyanını
açıklayabilir okura. Freud'un o dönem yeni ünlenen teorileriyle
yaşananlar özdeşlik taşır.
Sophie'nin kendisinden oldukça yaşlı
ve babasının arkadaşı olan devletin üst düzey görevlisi
hocasıyla girmiş olabileceği, hatta intiharına yol açan ilişki
de satır aralarında sezdirilir. Bu ilişkinin ağır geldiği
Sophie, Birinci Dünya Savaşı'na giden tüm olayları sayıklayarak
canına kıyar. Bu detay 1915 Ermeni soykırımı olarak bir gazete
kupüründe belirir gözümünüzün önünde.
Thomas Mann'ın Büyülü Dağ'ına
gönderme yaparcasına uzun ve detaylı bir biçimde anlatılan
Klodebrǎdy kaplıca macerası Serge'in olgunlaşmasında önemli bir
adımdır, bir kadına ilgi duyacak ve Alman kültürüyle
tanışacaktır ki bu kültür kısa bir süre sonra düşmanının
kültürü olacaktır.
Romanın adı neden C? Tom
McCarthy bu harfi sık sık anıyor romanda, Türkçeye tam olarak
çevrilememiş olsa da orijinalinde bütün bölümler C harfiyle
başlıyor, Carrefax soyadı birkaç kez belirtildiği üzere C'yle
yazılıyor ama C'nin sırrı belki de yaşamın ilk
formlarının oluştuğu Mısır'da bulunanlarda:
“'Peki ne buldun,' diye soruyor
Serge.
'Alçı, kireçtaşı, manganez,
bakır, kalsit, granit, ametist, kırmızı yeşim taşı -veya daha
scientifique bir biçimde ifade etmek gerekirse: Mn, SiO2, Cu, CaCO3,
CaSO4, Sortout C: C her yerde.'
'Cem mi dedin,' diye soruyor Serge.
'Harfi diyorum: C harfini.'
'C nedir?'
'Karbonun simgesi: hayatın temel
bileşeni.'”
C, okuması hem kolay hem zor,
hem keyifli hem zorlayıcı, farklı bir modern roman. Kaya Genç'in
yetkin çevirisiyle Tom McCarthy tanışmak için okurlarını
bekliyor.
Banu Yıldıran Genç
C
Tom McCarthy, çev: Kaya Genç
Notos Kitap, 443 s.
* Bu yazı Agos Kirk'in Haziran 2015 sayısında yayımlanmıştır.
* Bu yazı Agos Kirk'in Haziran 2015 sayısında yayımlanmıştır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder