Büyülü bir öykü: Hişt
Hişt
Edebiyatı
çok sevmeme rağmen uzak durduğum öğretmenliğe başlamamın üç
sebebi vardı. 2001 ekonomik krizi, yakında doğacak çocuğumu
öğretmenlik yaparak daha rahat büyütecek olmam ve iki aylık yaz
tatilleri.
Öğretmenlikte
on beşinci yılıma doğru ilerlerken edebiyattan nefret ettirdiğim
öğrenci olmuş mudur, bilmiyorum ama “edebiyatı, kitap okumayı
sevdirdiniz” diyen on öğrencim olmuşsa, mutlu olmam için
yeterli. Bilindiği üzere memleketimizde edebiyat dersleri tarih
dersinden farksız, “milli” eğitim, müfredat, plan program
derken farklı ders işlemek de özgün olmak da epey zor.
Liseye
yeni başlayan öğrencilere yıllardır okuttuğum kilit metinler
var, hem öğrenciyi hem algısını tanıma adına seçtiğim
metinler. Bunlardan biri Sait Faik Abasıyanık’ın unutulmaz “Hişt
Hişt” öyküsü. Bu sene yine değişen Türk Dili ve Edebiyatı
programıyla on yıl önce bozduğunu düzeltmeyi uygun gören
bakanlık okullar açıldıktan iki ay kadar sonra ders kitabımızı
gönderdi. Ben çocuklara Hişt Hişt öyküsünü dağıtacakken bir
de baktım ki ders kitabına dahil edilmiş. Şaşırmadım desem
yalan olur.
Konu
öyküye gelince geçen hafta Hişt Hişt’i okuduk. Lise birinci
sınıfın erkekleri pek fenadır. Çocukluğunu sürdüren, daha
ergenliğe bile girmemiş birer canavardır çoğu. Ergenliğe çoktan
girmiş kızlar ise olgunlaşmaya ve teneffüslerde yanlarında
oturan bıdıklardan kaçıp üst sınıfların katlarında dolaşmaya
başlamışlardır. Uzattım belki ama Hişt Hişt’i okuyan çoğu
erkek çocuğun tepkisi aynıdır: “Ne
anlatıyor ya bu adam?”
Kısacası lise bir edebiyat dersinde umudum genellikle kızlardadır.
On
dördüncü öğretmenlik yılımda ilk kez “Ne
anlatılıyor aslında Hişt Hişt’te?”
soruma ömrümce unutamayacağım bir yanıt aldım. Sınıfın
“r”leri söyleyemediği için pek de konuşmayı tercih etmeyen
sessiz bir kız öğrencisi parmak bile kaldırmadan nefessiz kalarak
anlatmaya başladı: “Yaşama
sevgisini anlatıyor hocam. Anlatıcı yaşamayı çok seviyor.
Baksanıza eşeğin rengini güzel sanıyor, dikenin tadını erik
sanıyor. Kötü bir şey duymak istemiyor hocam. Bahçıvan ölen
çocuğundan bahsetmek isteyince susturuyor onu. Hişt hişt, yaşama
sevinci hocam. O olmayınca olmaz diyor, yaşanmaz diyor. Hocam.”
Cümlesi
bitince şaşkınca susan öğrenciyle sanırım biraz bakıştık
çünkü ben de hemen bir şey söyleyemedim. Bazen bir çocuğun
basit sözleri afili cümlelerden, terimlere boğulmuş edebi
metinlerden çok daha etkili olabiliyor. Yaşadığımız an, öyle
bir andı.
Bir
öyküyle böylesine heyecanlanmak, adını hiç duymadığınız bir
yazarı bundan sonra anımsayacak olmak, edebiyat dersinde
kazanacağınız en önemli şey zaten. Doğru metnin doğru zamanda
doğru okuru bulmasından daha güzel ne olabilir?
Sırf
bu yüzden edebiyat dersine ve ders kitaplarına inancım yenilendi.
Tabii hiçbir şey mükemmel değil, “Koyunların
arasına yüzükoyun uzanmış papazın oğlunu gördüm. Yüzünden
aptal, çilli horoza benzer bir mahluk kalktı. Ağzının salyasını
sildi. Kuzuyu bacaklarından tuttu. Kuzu ile yere yıkıldı. Kuzuyu
burnundan öptü. Papazın oğlu çirkin, aptal, otuzbirli bir yüzle
baktı.”
cümlelerini sansürleyip öykünün altına “kısaltılmıştır”
ibaresi ya da kestikleri yere (...) işareti koymamalarına biraz
bozuldum ama ben sansürlenmiş bilgisini yine de verdim çocuklara.
Elbet merak edip metnin orijinalini bulan olur.
Hişt
Hişt öyküsü büyülü bir öykü, bundan yıllar evvel Diyarbakır
Merkez Birlik Lisesi öğrencilerinin çıkardığı bir dergiye ad
olmuş bir öykü. O dönem birçok köşe yazarının değindiği,
gazetelerde haber olmuş bir dergiydi bu. Hatta okul müdürlerimiz
bize örnek gösterip tembel olduğumuzu ima ederlerdi. Edebiyat
öğretmeni Murat Özyaşar’ın önayak olduğu bu dergi kim bilir
kaç öğrenciye edebiyatı, yaşamı, okumayı sevdirdi?
Ödülleriyle,
öğrencilerle yaptığı projeleriyle adını duyduğumuz edebiyat
öğretmeni, yazar Murat Özyaşar geçtiğimiz aylarda bu kez haksız
yere haber oldu gazetelere. Yaşanan zorluklar ne olursa olsun
“tutunduğumuz en önemli dal, öğrenciler” diyen öğretmenler
için vazgeçmek, pes etmek yoktur. Her yıl eğitim sisteminden daha
da şikâyetçi olsak da değil mi ki Hişt Hişt’ten ne anladığını
bir solukta sevinçle anlatan öğrencilerimiz var, o bize yeter. Hem
“Nereden
gelirse gelsin dağlardan, kuşlardan, denizden, insandan, ottan,
böcekten, çiçekten. Gelsin de nereden gelirse gelsin! Bir hişt
sesi gelmedi mi fena. Geldikten sonra yaşasın çiçekler, böcekler,
insanoğulları.”
dememiş mi Sait Faik?
Murat
Özyaşar geçtiğimiz hafta itibariyle öğrencilerine kavuştu.
Oggito’ya yazdığım bu ilk yazı da artık aynı şehirde
öğretmenlik yapacağımız Murat Özyaşar’a bir “hoş geldin”
armağanı olsun.
Banu
Yıldıran Genç
* Bu yazı oggito.com sitesinde yayımlanmıştır.
* Bu yazı oggito.com sitesinde yayımlanmıştır.