Bir
adam, bir çocuk ve çok zor bir konu
Pedofili
üzerine düşünmek de, konuşmak da zor. Hak ve hukuk sözcüklerinin
bile anlamsız kalabildiği bir konu. Suçu işleyenin veya cezasını
çekenin hakları ise neredeyse konu dışı. Oysa bu düzlemde
yapılması gerekenler (hormon tedavisi vs.) Batı ülkelerinde çok
uzun yıllardır tartışılıyor.
Bu
hususta suçlunun (ya da hasta mı demeli) dünyasına ilk defa
Little
Children
(Todd Field, 2006) filminde yaklaşabilmiştim. Filmin finalinde adı
çıkmış bir pedofilin artık hiçbir şey yapmadığı halde
mahalle baskısıyla geldiği son nokta unutulur gibi değildi. Yani
bu suç bir kere işlendiğinde yarattığı sonuçtan kurtulmak
mümkün değil. Pedofili hastalık olarak kabul edilse ve tedavi
imkânı olsa da.
Hollandalı
adli psikolog Inge Schilperoord’un yazdığı Çamurcuk
adlı roman, o filmi akla getiriyor. Pedofili suçlamasıyla
cezaevinde yatan ve aleyhine bir kanıt bulunamaması sonucunda
salıverilen Jonathan’ın boğucu düşünceleriyle başlıyor
roman. Hapisteyken dayak yediği belli olan Jonathan, bir an önce
otobüse atlayıp kimseye görünmeden evine gitmenin derdinde. Yaşı,
geçmişi, çocukluğu hakkında hiçbir fikrimiz olmayan Jonathan’la
ilgili sadece onun düşündükleri var elimizde: “Kendini
bildi bileli insanlar ondan hoşlanmazdı. Ama doğa onu olduğu gibi
kabul etmişti.”
Şehrin
kentsel dönüşüm için boşaltılan bir bölgesinde kalan son
birkaç evden biri onun, yaşlı astım hastası annesiyle birlikte
yaşadığı, roman boyunca sıkıcı ve boğucu atmosferinin okura
bolca betimlendiği bir ev. Dindar annesiyle yaşananlar hakkında
hiç konuşmamış, hapiste kendisini ziyarete gelmesini istememiş.
Anne de zaten buna hiç karşı çıkmamış. Zaman zaman parmakları
arasında ovuşturduğu haçıyla huzur bulmaya çalışan yaşlı
kadınla ilgili de pek bir şey öğrenmiyoruz. Aslında Inge
Schilperoord bu bilgileri vermeyerek okuru, pedofilinin çocukken
uğranan tacizden ya da anne baskısından kaynaklandığı gibi
kolaycı yorumlardan uzak tutuyor.
İstenmeyen
otun burnunun dibinde bitmesi misali, yıkılan bölgede kalan diğer
mahalle sakini, kocasından kaçmış ve sürekli işte olan bir
kadınla, hiç ilgilenemediği, bütün gün başıboş gezen küçük
kızı Elke. Elke hem yalnız, hem dost canlısı, hem de inatçı
bir çocuk. Jonathan cezaevindeyken köpeği Milk’le ilgilenmiş
olan kızı evden uzak tutmayı ne Jonathan ne de annesi
becerebiliyor.
Romanın
ilk yarısı, Jonathan’ın cezaevinde bir terapistten öğrendiği
kendini “yanlış” düşüncelerden nasıl uzak tutacağının
planlarıyla, yapılan alıştırmalarla ve Elke’nin inatçı
tavrına karşın ondan uzak durmayı başarmasıyla, “Evet,
bu iş olacak”
hissini veriyor.
Jonathan’ın
zekâsının normalden düşük oluşu, empati hissinden yoksunluğu
cezaevindeki psikologlarca belirlenmiş ve terapiler sırasında
kendisine de söylenmiş. Kahramanın evde ve işte yaşadıklarını,
dakika dakika hesapladıklarını okudukça takıntılarını da
öğreniyoruz. Planlarındaki sapmalar, hayatında olmaması gereken
Elke’nin ona geçmişte yaptığı hatayı durmaksızın
anımsatması, dengesini bulmaya çalışan Jonathan’ın kısa bir
süre sonra tekrar boşluğa düşmesine neden oluyor. Bu arada kalma
hali o kadar ustaca verilmiş ki, okudukça, keşke mucizevi bir hap
olsa ve tüm bu düşünceleri unutsa diye düşünüyor insan. Çünkü
her “kötü” düşünce ardından kendini cezalandırma isteği
doğuruyor, tekrar cezaevine düşme korkusuna annesini yalnız
bırakma korkusu da eklenince hissedilen ağırlık doğruca okurun
da sırtına biniyor.
Kendine engel olamamalar başlayınca alıştırmalar aksıyor, alıştırmalar aksadıkça düşünceler farklılaşıyor ve resmen bir kısır döngü oluşuyor Jonathan’ın yaşamında. Elke’nin kendisine ve aralarındaki dostluğun simgesi olmuş kadife balığı “çamurcuk”a gösterdiği ilgiyi reddetmeyi başarsa da, yalnız kaldığında çocuğu düşünerek yaptığı mastürbasyon sona doğru gidişin ilk belirtileri. “Ellerinde kendi ıslaklığı, daha önce hiç hissetmediği bir çaresizlikle, sırtı duvara dayalı, iki büklüm, gözleri kapalı, çöktüğü yerde uzun süre öylece kaldı. Doğru değildi bu. Tek düşünebildiği buydu. Doğru değil, kesinlikle doğru değildi. Rahatlama egzersizleri, koruyucu faktörler, gerginlik oluşumu alıştırmaları. Hepsini hiç aksatmadan yapmış, bu kadar zaman harcamıştı. Gözlerine dolan yaşların akmasına izin vermeyip gömleğinin koluyla sildi. Umudunu kesme, diye düşündü. Umudunu kesme.”
Kendine engel olamamalar başlayınca alıştırmalar aksıyor, alıştırmalar aksadıkça düşünceler farklılaşıyor ve resmen bir kısır döngü oluşuyor Jonathan’ın yaşamında. Elke’nin kendisine ve aralarındaki dostluğun simgesi olmuş kadife balığı “çamurcuk”a gösterdiği ilgiyi reddetmeyi başarsa da, yalnız kaldığında çocuğu düşünerek yaptığı mastürbasyon sona doğru gidişin ilk belirtileri. “Ellerinde kendi ıslaklığı, daha önce hiç hissetmediği bir çaresizlikle, sırtı duvara dayalı, iki büklüm, gözleri kapalı, çöktüğü yerde uzun süre öylece kaldı. Doğru değildi bu. Tek düşünebildiği buydu. Doğru değil, kesinlikle doğru değildi. Rahatlama egzersizleri, koruyucu faktörler, gerginlik oluşumu alıştırmaları. Hepsini hiç aksatmadan yapmış, bu kadar zaman harcamıştı. Gözlerine dolan yaşların akmasına izin vermeyip gömleğinin koluyla sildi. Umudunu kesme, diye düşündü. Umudunu kesme.”
İnsan
pedofilinin istenirse tedavi edilebileceğini düşünmek istiyor,
ama adli psikolog olan yazar bile bizi romanın ilk yarısında
umutlandırıp sonra hızlı bir dibe vuruş yaşatıyor. Jonathan
dürtülerine engel olsa da hayat onu içine almıyor...
Bu zor konuyu
bu kadar içeriden ve doğru biçimde yazabilecek cesareti gösterdiği
için Inge Schilperoord’u kutlamak gerek. Romanın ilk yarısı
fazla kitabi olsa da, ikilemlerin yaşanmaya başlamasıyla
edebiyatın gücü kendini gösteriyor.
Banu
Yıldıran Genç
Çamurcuk
Inge
Schilperoord
çev:
Mustafa Özen
Pinhan
Yayıncılık Ağustos
2017, 206 s.
* Bu yazı Express dergisinin 158. sayısında yayımlanmıştır.