Göndermeler – Bir Hayat
Bugüne dek bir yazıyı madde madde yazmayı hiç düşünmemişim ama Selahattin Özpalabıyıklar’ın Göndermeler’inde o kadar çok maddelerle yazılmış yazı vardı ki resmen canım çekti.
* Zaman zaman yazarın adı ve soyadını yazmaya üşenip (çünkü çok uzun) S.Ö. kısaltması kullanacağımı da ekleyeyim.
1- Selahattin Özpalabıyıklar adını hep duyduğum, bildiğim biriydi. Göndermeler’i okurken aslında ne kadar ortak tanıdığımız, anımız olduğunu fark ettim. Bu kitap Özpalabıyıklar’ın 1979’dan başlayarak geçen senelere kadar yazdığı hemen her şeyi gözümüzün önüne seriyor ama benim için bir yandan anı kitabı okumak gibiydi.
1.1 - Yazdığı hemen her şey derken gerçekten de bugüne dek genelde kitaplara girmemiş yazılardan söz ediyorum. Yayına hazırladığı kitaplar için yazdığı arka kapak yazıları, önsözler, sunuşlar, kaybettiği çalışma arkadaşları için yazılmış vefeyatlar dahil. Bence bir editörün elinin değdiği her şeyi yayımlaması çok güzel bir fikir.
2- Kitapta yayıncılık hayatına başladığından beri yapılmış söyleşiler de var, tabii söyleşilerin birçoğunda işe nasıl başladığı filan sorulduğu için artık ezberlediğimiz bazı cevaplar olsa da -kendisi de zaten bunları sık sık anlattığını belirtiyor- hepsini çok severek okudum.
2.1- Hepsini çok severek okudum ama kendini en içtenlikle anlattığı söyleşi bana göre 2004 yılında yapılan ilki, ki kitabın en sonunda yer alıyor. Burada özellikle gazeteciliğe başlama hikâyesini anlatması, herkesin kendini “satmak” adına türlü yalanlar söylediği bir memlekette “kendi” olabilmenin önemini fark ettiriyor. Tabii bir de söyleşide hep tekrarladığı editörlük ve İsa’nın havarileri benzetmesi var, bu ilk söyleşide sayılarını yanlış biliyormuş, bunu da tüm dürüstlüğüyle dipnota eklemiş.
2.2 – Selahattin Özpalabıyıklar’ı daha iyi tanımak istiyorsanız öncelikle okumanızı önereceğim metin ise Notos’un 67. sayısında yayımlanan Esin İleri’yle diyaloğu... Eğer bu diyaloğu okurken oradan oraya savruluyor, kendinize sık sık “Buraya nereden geldik şimdi?” sorusunu soruyor, göndermelerden göndermelere uçuyorsanız, işte Enis Batur’un kitaba yazdığı önsözde “Marazî Yazarlar” diye bahsettiği gerçek S.Ö.’yü tanımaya başlamışsınız demektir.
3- Yayına hazırladığı pek çok kitap, çevirdiği roman, şiir olan bir editör-çevirmen-yazarın kitabında kendi beğenilerinin, sevdiklerinin izini sürmek ayrıca zevkli. Kitabın başından itibaren seçilen epigraflardan, alıntılanan yazarlardan yaptığım tahminler doğru çıktı. Behçet Necatigil için ayrı, Refik Halid için ayrı sevindim. Özellikle Refik Halid: Çiviler Ağzına Batmaz mı Senin? başlıklı yazı Eskici hikâyesini her okuduğumdaki gibi ürpertti beni, sevgiden.
3.1 – Bu arada Refik Halid’in sanat üzerine düzyazılarının toplandığı Güzel Sanat Suçları kitabına yazdığı önsözde Savaş Kılıç’ı kıskandığını belirtmiş S.Ö., bence kıskanmaya gerek kalmayacak denli iyi bir önsöz olmuş.
4- Selahattin Özpalabıyıklar’ın gençlerle arasının iyi olması da -belki öğretmen olduğum için- çok hoşuma gidiyor. Özellikle Yapı Kredi Yayınları’ndayken önemli yazarlardan hazırladığı seçme metinlerden oluşan kitapların sunuşlarında gençliğe ne kadar inandığı, umutlu olduğu belli oluyor. Genç okurların Cemal Süreya, Sabahattin Kudret Aksal, Metin Eloğlu gibi yazarları tanımalarından duyacağı mutluluktan bahsediyor. Ve bunların dışında kitap boyunca takip edebildiğimiz babalık sürecinden ve -sık sık- ithaflardan anladığımız kadarıyla biricik Yaz (benim ilk tanıdığımda kendini tanıttığı ismiyle: Yaz Özpepito) geleceğe ve gençliğe güvenin en temel noktası.
5- Gençlik derken onlara yayıncılığı önerip önermediği sorusu var ki Notos’un 8. sayısında Semih Gümüş’la yaptığı söyleşide verdiği cevap kahkaha attıracak cinsten: “Aslında öneririm tabii. Hiç değilse tek enayiler olarak kalmayız, ya da suç ortakları bulmuş oluruz! Şaka bir yana, benim de tavrım pek farklı değil. Önce ben de vazgeçirmeye çalışıyorum, geçici bir heves olduğunu düşünürsem bu niyetlerinin vazgeçirmeye çalışıyorum, hem onların ‘istikbal’i hem de işin ‘selamet’i için.” Sonrasında ise S.Ö. kıyamıyor yine gençlere, umutlu olduğundan bahsediyor.
6- Anı ya da otobiyografi olmayan bir kitabın yazarını okura bu denli tanıtması benim çok hoşuma gitti, belki de denemeyi ve yazarına tanıdığı özgürlüğün sınırsızlığını sevmemden dolayıdır bu. O nedenle yazarı tanıdığını sananlar bile hiç bilmediği bir şeyler bulacaktır kitapta. Twitter’da oldukça etkin olduğunu bildiğim S.Ö.’nün ekşi sözlük yazarı olduğunu, moderatörün birinin ona taktığını, sözlükten “çırak çıkarıldığını”, geri dönmek için “entri tamamladığını”, başlık açtığını ama yine de atıldığını, üstüne üstlük “altıncı nesilden” olduğunu kırk yıl düşünsem tahmin etmezdim. Bu arada tırnak içine aldığım sözcük ya da sözcük gruplarının ne anlama geldiğini bilmiyorum. Neyse, şaşırdım ama üzüldüm de, noordinatör nick’iyle sözlüğe yazdıklarını okumak isterdim.
7- Neredeyse tüm yazılarda kendisinin ve başkalarının hatalarına karşı hoşgörülü olduğunu, gençliğin verdiği acemiliklerle dalga geçebildiğini, genci yaşlısı herkesle ortak bir paydada buluşabildiğini gördüğümüz sakin, ılımlı bir yazar portresi karşımızdaki. Tek bir konu var ki işte o zaman bildiğimiz S.Ö. telefon kulübesinde üstünü değiştirip peleriniyle uçarak gelen Süpermen misali bambaşka biri oluveriyor. Zamanında Akşam-lık ekine yazdığı yazılardan ikisi intihal üzerine, biri çeviri hırsızlığı, öbürü şiir... Hâlâ bitip tükenmeyen ve artık sosyal medya sayesinde daha sıkça yakalanan ama nedense kimsenin utanmadığı bu konu sakin sessiz S.Ö.’yü bile sinirlendirmiş. Durumun vehametini varın düşünün.
8- Yine kitaptan yazarı hakkında öğrenebileceğimiz şeylerden biri oulipo’yu sevdiği. Oulipoyun başlıklı Georges Perec’ten çevirdiği yazıda çevirmenin katkılarına ve notlarına bakarsanız kolayca anlaşılabilir zaten. Ama oraya gelene kadar yazdığı pek çok metinde oyunu sevdiğini, yazının içine gizlediklerinden -farklı amaçla kullanılmış iki nokta-, sözcük ve harf değişikliklerinden, müstear isimlerinden ya da dayanamayıp koyduğu notlardan - “(Mesela bakın, ben dahil pek çok editör, şu ‘istila etmiş bulunan’ lafını doğrudan ‘istila eden’ ya da ‘istila etmiş olan’ diye sadeleştirir ya da aynen bırakıp bir ‘Editörün Notu’ çakardı oraya!)”- anlayabiliyoruz.
8.1- Sürprizi bozmak istemem ama kitaptaki ilk yazı da bu oyunlardan biri. Neyse ki S.Ö. kafa karışıklığımızı gidermek için en son sayfada (hem de kitabın nazar boncuğu olacak bir tarih tashihiyle) konuyu bize açıklamış. Sanırım bu oyun “Adını yazmayı unutmuşsun.” yorumlarıyla yayın yönetmeni Cem İleri’yi bayağı eğlendirmiştir.
9- Kitaptaki tüm söyleşilerde, anı parçacıklarında dikkatimi çeken S.Ö.’nün tam cevaplamadığı, “Bunlar da yazacağım anılara kalsın.” ya da “Belki biri benle nehir söyleşi yapar, orada anlatırım.” dediği yerler. Bu bölümleri hep “Keşke!” diyerek okudum. Post Öykü’ye verdiği söyleşide üstünü karaladığı cümleleri ben burada tekrar yazıyorum: “Kontr çekip ben de şöyle ortaya bir teşvik girişiminde bulunayım yüzsüzlük sayılmazsa: Keşke bir hayırsever çıksa da bir nehir söyleşi yapsa benimle. Ama kim okur ki benim anılarımı...” Birçok insanın adına cevap da verebilirim ayrıca: “Yüzsüzlük sayılmaz. Ben okurum.”
Son söz niyetine: Yıllarını yayıncılığa hatta kitapla ilgili her şeye vermiş Selahattin Özpalabıyıklar’ın “40 yıldır beklenen kitap!” diye duyurduğu Göndermeler bence bu beklemeye değmiş, iyi ki yazılmış, iyi ki basılmış. Neredeyse bir gecede okunabilecek denli akıcı, merak uyandırıcı, bilgilendirici yazılar toplamı, zaman zaman güldürmesi de bonusu. İnsanın tanıdığının kitabıyla ilgili yazması zor oluyor ama yazıyla haşır neşir olan birinin kaçırmaması gereken bu kitabı yazmayıp da ne yapacaktım?
Banu Yıldıran Genç
Göndermeler
yazı, yanıt, söyleşi, anı
Selahattin Özpalabıyıklar
Everest Yayınları, Ekim 2018, 389 s.
* Bu yazı Agos Kirk'te Kasım 2018'de yayımlanmıştır.