Yaşar Kemal’in altmış üç yıl
önce yazdığı ilk öykü olan “Pis Hikâye”si Notos Kitap
tarafından yayımlandı. Yaşar Kemal’in öykülerinde de
romanlarındaki büyük duruşu sergilediğini anlamak, şiirsel
dilinin doğumuna tanıklık etmek için bu uzun öyküyü okuma
fırsatı yeniden bizlerle.
Üzerinden yıllar geçmiş olması ne
anlatılanların ne de kullanılan dilin eski olduğu anlamına
gelmemeli. Yaşar Kemal’in romanlarından bildiğimiz yalın ama
zengin dili, ayrıntıdaki, betimlemedeki ustalığı bu öyküde de
ön planda.
Öyküsünü “Pis Hikâye” olarak
adlandıran yazar, anlattıkları gerçekten “pis” olsa da,
insanın aç gözlülüğü karşısındaki tarafsız gözlemci
duruşuyla hem yaşananlar karşısında hınç duymamızı hem de
yaşananları anlamamızı sağlıyor.
Öykü Çukurova’da, romanlardan
aşina olduğumuz bir köyde geçmekte. Köy, ağasıyla itibar
bulan, çalışkan köylüleriyle var olan bir köy. Olan biten
karşısında tek düşündüğü “namusu” olan bir köy…
Yaşanan ilkellik, hayvanlaşan erkekler, tecavüzden ölen kadınlar…
tüm bunlar insana korkunç gelse de, köylünün kadını erkeğiyle
tek düşündüğü şey boynun eğmemek, namusunu dile düşürmemek.
Yamuk Cabbar’ın satmak için
getirdiği kadınlardan birini almak için ikna edilen, köyün safı
Fas Osman öykü boyunca edilgenliğini “ben ne bileyim ben”
sözleriyle belli ederken, en azından temiz duruşuyla öykünün
sonunda anlatılanların “pis”liğinin biraz da olsa azalacağını
muştuluyor okura.
Fas Osman ablası Hürüce kadının
yanına çocukken gelmiş, boğaz tokluğuna çalışan, geceleri eve
bile alınmayan, samanlıkta uyuyan bir “kardeş”. Köylünün
içinde bulunduğu çıkar ilişkisi, yıllardır süren feodal
düzenin bozduğu insanlık kavramı abla-kardeş ilişkisinde bile
kendini gösteriyor. Abla Hürüce, öykünün en dişli
kahramanlarından biri. Zaten anlatı boyunca Osman’dan “Hürüce’nin
avradı” diye bahsedilmesi, onun eril karakterine işaret etmekte.
Hükümette çalışan tahsildar eniştesinin de verdiği korkuyla
köylünün çekindiği, iri yarı, güçlü bir er-kadın.
Hürüce’nin kişiliğini en çok
köyün kadınlarıyla giriştiği kavgalardan anlıyoruz. O kadınlar
ki Antik Yunan tragedyalarındaki koro gibi olanı biteni
dillendiren, kışkırtmalarıyla olacaklara yön veren bir karar
mercii gibidirler. Var güçleriyle Fas Osman’ın karısı Fadık’ı
dilden dile dolarlarken ya da olanca rahatlıklarıyla köyün
delikanlılarının önceki gözdeleri olan Omarca’nın köpeğinden,
Kürt Velo’nun eşeğinden bahsederlerken öyle umursamazdırlar ki
çayıra uzanmış birbirlerinin bitlerini ayıklıyorlardır…
Fas Osman’ın köyün boynunu
eğmesine, namusunu kaybetmesine neden olan karısı Fadık da kocası
denli edilgen bir kişilik sergiliyor öyküde. Kendisine her gece
gelen, istediklerini yapıp çekip giden köy delikanlıları için
“ben gelin demedim ki, onlar geldiler” savunması aslında Yamuk
Cabbar’ın onu neden yüz lira gibi düşük bir ücrete sattığını
da açıklıyor. Hürüce’nin baskın kişiliği bile “azgın
kurtlara” benzeyen köy delikanlılarından paçasını kurtarmaya
yetmez. Oysa Hürüce tüm anaçlığını takınarak Fadık’a
Eşe’yi de anlatmıştır; köyün bir önceki kurbanı, günahsız
Eşe’nin can acıtan hikâyesini…
“Seni de Eşe gibi ederler. Kurda
kuşa benzer bunlar. Duydun mu Eşeyi, Alicenin avradı? Kimi kimsesi
yoktu. Alicenin de kimi kimsesi yoktu. Alice mahpusa düştü. Bir
koyun hırsızlamış Ağadan. Parasıyla gömlek almış oğluna,
kundura almış. Gül gibi bir oğlu vardı üç yaşında. Alice
ölürdü oğlunun üstüne. Alice mahpusa düştü. Alice mahpusa
düşünce, bela kesildi avradın başına sarı çizmeli. Gel zaman
git zaman, etti edeceğini. Sonra da teslim etti bu alıcı kurtlara.
Öyle olacak değildi Eşe. Kimi kimsesi yoktu fukaranın. Çocuğu
el arasında kaldı. Gül gibi bakardı Eşe. Köy köy, dağ dağ
dolaştırdılar Eşeyi. Yirmi, otuz delikanlı peşinde… Oğlan
elin aralığında öldü. Görenler söylediler, kendi de sararıp
kül kesilmiş. Veremli gibi olmuş da gene yakasını bırakmamış
elin kıranları. Bir gün baktık ki köyün köpekleri kana batmış
geldiler. Ovanın üstünde de kartal dönüyordu. Vardılar ki
kartal dönen yere, ne görsünler! Eşe! Leşini köpekler yemiş.
Çırılçıplak soyup oynatmışlar. Sonra da öldürmüşler. Ölmüş
avrat. Öldürmemişler de ölmüş yani. Dayanamamış da ölmüş.”
Öykünün duygusal açıdan zirvesini
oluşturan bu iç öykü önce ağanın, sonra köy delikanlılarının
acımasızlığını anlatırken, aslında feodal ve kapitalist
sistemin sorgulanmasına kadar uzanan derin düşüncelere daldırıyor
okuru.
Köylünün “her şeyi halleder”
gözüyle baktığı köyün ağası Kurt Mahmut Ağa bile cinsel
istekleriyle vahşileşen bu gençler karşısında aciz düşer.
Onun “kurt”luğu, köyün namusunu kurtarmak için giriştiği
birkaç küçük dalavere sonuçsuz birer çaba olarak kalır gözü
dönmüş delikanlılar karşısında.
Yaşananlar karşısında, köylüler
artık geceleri eve gelmeyen oğullarından yaka silkmiş, çareyi
hükümette bulacak denli çaresiz kalmışken, Hürüce kadın bile
boyun eğmiş, olanları kabullenmişken, tek alışamayan, direnen
Fas Osman’dır. Çamaşırını yıkayan, her gün bulgurunu
pişiren kadınından olan Osman, Fadık dağa kaldırıldığı
günden beri yemeyip, içmeyip ölü gibi dolanmaktadır. Ablasının
“başka avrat alırız, üzülme” lafları bile üzüntüsünü
geçirmiyor ve böylelikle öykü boyunca ilk kez bir kadına “mal”
değil, kendisi olduğu için verilen değeri Fas Osman’da
görüyoruz. Belki de saf olmasından, hiçbir şeyi tam olarak
bilememesinden kaynaklanan kirlenmemişlik hali, öykünün sonunda
yücelmesini, ona çok emek verdiğini düşündüğü Hürüce
ablasını bile arkasında bırakarak karısına sahip çıkmasını
sağlıyor.
Anadolu’da yaşanan cinsel açlığın
nedenleri, sonuçları bu öykünün ana eksenini belirliyorsa da tüm
sistemi sorgulamak gibi temel bir amacı var aslında Yaşar
Kemal’in. Her ne kadar Fadık’ı sırtlayıp giden Osman
köpeklere leş olan Eşe’yi unutturuyorsa da, emin olun bu unutuş
kısa sürecek. Yaşar Kemal romanlarından da biliyoruz ki
anlatılanlar tüm çıplaklığı ve gerçekliğiyle uzun bir süre
vicdanımızı rahatsız edecek.
Banu Yıldıran Genç
Pis Hikaye, Yaşar Kemal, Notos Kitap,
2007, 55 s.