Okumayı
sevmeyen çocuklar ve Agatha Christie
Çocukken
okuduğum bazı kitapların arkasında el arabasıyla kitap taşıyan
bir çocuk figürü vardı. O resme dalar giderdim. Tüm hayalim o el
arabasını dolduracak kadar kitaba sahip olmaktı. Öğretmenlerin
önerdiği Gülten Dayıoğlu ve Kemalettin Tuğcu'lar doluydu evde
ama kitap okumanın zevkini bu yazarlarda bulduğumu pek de
söyleyemem. Onlu yaşlarımın ilk bir iki yılı Enid Blyton ve
Yaramaz
Kızlar
serisi sayesinde rüya gibi geçmişti. Daha küçükken Gizli
Yediler
ve Afacan
Beşler serilerini
de
okumuştum ama artık farklı bir şeyler arıyordum.
Bilinçli
bir biçimde kitaplarını topladığım ilk yazar olan Agatha
Christie'yi nasıl keşfettim hiçbir fikrim yok. O kadar hızla ve
aşkla okumaya başladım ki, bir süre sonra kendi başıma
sahaflara gidip eski baskılarını bulmaya başlamıştım bile. Bu
süre hazırlık okuduğum bir yıl olsa gerek çünkü çok net
hatırladığım bir şey var ki altıncı sınıfta coğrafya
öğretmenimle Agatha'larımızı değiş tokuş edecek kadar kitabım
birikmişti. Kendimi durduramıyordum, ilk başta Miss Marple'ı
severken yaşım ilerledikçe Mösyö Poirot'ya hayran olmuştum.
Gönül ve Gülten Suveren'in doğal çevirilerini ve kitapların
başında öznel yorumlarıyla hazırladıkları kim-kimdir bölümünü
ayrıca seviyordum. Ortaokul yıllarım biterken herhalde Türkiye'de
yayımlanmış çoğu Agatha Christie macerasını da okumuştum.
Lise
yılları tabii ki daha farklı, daha edebiydi... Artık deliler gibi
polisiye okumayı bırakmış, Türk ve dünya edebiyatının
bilinmeyen dehlizlerine dalmıştım. Tam da olması gerektiği gibi.
Sınıfta en yakın arkadaşlarımdan biri kitap okumayı sevmediğini
söyleyip duruyordu, ortaokuldayken dedesi zorla Rus klasiklerini
okutmuştu. Kendi kendime kitap seçimime karışmayan bir ailem
olduğu için şükretmiştim. O zamanlar sezdiğim şeyi bunca
yıllık okurluk ve öğretmenlik deneyimimden sonra artık net bir
cümleyle söyleyebilirim: Yanlış yaşta yanlış kitabı okutmak
çok vahim bir hata.
Bahsettiğim
yıllardan bugüne yayıncılıkta çok şey değişti. Çocuk
kitaplarının önemi anlaşıldı, sadece bu işi yapan yayınevleri
kuruldu, hatta son beş senedir gençlik yayıncılığı da revaçta.
Ama bunlara rağmen yeni tanıştığım öğrencilerimde hâlâ aynı
hataya rastlıyorum. Bilinçli ebeveynlik ya da öğretmenlik yapmaya
çalışanların ve bu çağda hâlâ dümdüz mesaj vermeyi yeğleyen
yazarların da katkısıyla birçok çocuk okumayı sevmediğini
düşünüyor. Bu nedenle liseye başladıklarında ilk okuttuğum
kitap şaşırtıyor genellikle onları. "Evet,
dersimiz edebiyat, dört sene boyunca birçok kitap okuyacaksınız,
bazen sıkılacaksınız ama önce okumayı bir serüvene
dönüştürelim, ilk kitabımız Agatha Christie'den On
Küçük Zenci."
diyorum.
Adını
duymuş olsalar da çok bilmedikleri bir yazar Christie, merakla On
Küçük Zenci'ler
alınıyor ve her ders bir sürü yorum yapılarak hızla okunuyor.
Sonrası ise hep aynı, "Hocam,
başka hangi kitabını tavsiye edersiniz?",
"Hocam
ben bunu aldım, okudunuz mu?"
gibi sorularla gelen öğrenciler, kütüphanemdeki kitapları
paylaşmamla sonuçlanan harçlık sorunları. Üzerinde numaram ve
6-B yazan kitaplarımın yıpranmasın diye hemen okunması, değiş
tokuş süreci, Marple mı Poirot mu tartışmaları... Ve kitaplar
okunduktan sonra BBC'nin çektiği üç bölümlük muhteşem On
Küçük Zenci
uyarlamasını izleyerek yaptığımız final...
Agatha
Christie kitapları en sevdiğim kaçış yöntemim. Canım mı
sıkılıyor, gündem çok mu korkunç, yüreğimi sıkıştıran
kitaplar mı okudum... ilk fırsatta elime bir Agatha Christie alıp
yeniden yeniden okuyorum. Katili hatırlamak hiç sorun değil çünkü
Agatha Christie'nin romanlarında İngiltere taşrasındaki iki
yüzlülüğü, saçma ahlak anlayışını, sınıf ayrımını,
60'lı yıllarda gençlerin yaşadığı zorlukları, Belçikalı
olsa dahi bir yabancının yaşadığı ırkçılığı da okuyorum.
Ayrıca hiçbir şeye inancımın kalmadığı bugünlerde o
dedektiflerin her ne olursa olsun suçluyu bulacağını, adalete
teslim edeceğini biliyorum ve bu beni saçma bir biçimde
rahatlatıyor.
En
önemli iki dedektif olan Miss Marple'ın da Hercule Poirot'nun da
eleştirebileceğimiz tarafları var, Miss Marple tabiri caizse tam
bir dedikoducu teyze, her işe burnunu sokuyor ve fil gibi
hafızasıyla geçmişten bir şeyleri bulup buluşturuyor. Poirot
ise ukala, fazlasıyla titiz bir kendini beğenmiş. Yine de Agatha
Christie kısa cümleleri, net tavrı ve konuyu işleyişiyle bir iki
kitapta okuru tavlayacak, Miss Marple da, Mösyö Poirot da kendisini
sevdirecek. Bu iki birbirinden garip dedektifin çok önemli ortak
özellikleri var: Aşka, gençliğe ve adalete inanıyorlar. Yeri
geliyor bu ikisi için yalan bile söylüyorlar. Okur zamanla o kadar
derin bir ilişki kuruyor ki onlarla bugün tekrar okuyamadığım
tek Agatha Christie romanı Poirot'nun son macerası olan Ve
Perde İndi.
Onun ölümünü okumak yıllar sonra bile çok üzücü.
Polisiye
yıllarca üvey evlat muamelesi gördü, edebiyat sayılmadı oysa
edebiyatın ne işe yaradığını tam olarak kim biliyor? Okumayı
sevdirmesi, kitaplarla ilgili önyargıları yıkması ve yeni yollar
açması benim için yeterli. Agatha Christie yeni bir dil, yeni bir
imge dünyası yaratmıyorsa da içerikteki yaratıcılığı,
ustalıklı kurgusu ve insana dair iyi ve kötüyü açıkça
göstermesiyle polisiye edebiyatın hep kraliçesi olacak.
Banu
Yıldıran Genç
* Bu yazı oggito.com sitesinde yayımlanmıştır.