Bir kahramanın aşk hayatı...
Orange Ödülü ya da yeni adıyla
Baileys Kadın Yazarlar Roman Ödülü 1996'dan beri İngilizce yazan
kadın yazarlara verilen bir ödül. 2012 yılında bu ödülü
Amerika'dan Madeline Miller “Akhilleus'un Şarkısı”yla kazandı
ve roman dilimize Seda Çıngay tarafından çevrilerek Everest
Yayınları tarafından yayımlandı.
Akhilleus'un Şarkısı aslında İlyada
destanının bir yeniden yazımı. Olaylar, kişiler destanla bire
bir ilerliyor, tek bir farkla, bu romanda her şey Akhilleus'un yakın
arkadaşı Patroklos'un gözünden ve birinci tekil kişili anlatımla
verilmiş.
Öncelikle klasik roman kurgusuna uygun
bir şekilde Patroklos'un yaşamını, ailesini ve kaderini
değiştirecek olan kazayı öğreniyoruz ki roman türünde bir
olayın başlangıç aşamasını bilmek okur için önemlidir. Oysa
İlyada'da Homeros olayların anlatımına 9 yıldır süren Troya
Savaşı'nın ortasından başlar. Öncesini, sonrasını hep başka
küçük destan parçacıklarından ya da tragedyalardan öğreniriz.
Akhilleus'un Şarkısı'nı
yorumlayabilmek için mutlaka İlyada'dan bahsetmek gerekiyor. Bu
destan çağlar öncesinden bize kalan bir başyapıt. 24 bölümlü,
16000'i aşkın dizeli İlyada, Troya Savaşı'nın dokuzuncu
yılındaki topu topu 51 günlük bir süreyi anlatır. Agamemnon'la
Akhilleus'un ters düşmesi sonucu gelişen olaylarla başlar,
Hektor'un ölümü ve cenazesiyle sona erer. Homeros'un bu destanı
MÖ 8. yüzyılda söylediği ya da derlediği göz önüne alınırsa
nelerin değiştiğine biraz bakmak gerekir. Artık karşımızda
dinleyici değil okur vardır. Okur birkaç yüzyıldır
serim-düğüm-çözüme sahip eserlerden hoşlanmaktadır. O nedenle
Troya Savaşı'nın sonuna doğru geçen bu 51 günü anlatan destan
günümüz okuruna çok da hitap etmemektedir. Ayrıca destanda
aslında çift katmanlı bir durum vardır çünkü Troya'da
yaşananlar insan katmanını, Olympos'da yaşananlar Tanrı
katmanını oluşturmaktadır. Onlarca Tanrı işe karışıp
durmakta, bu savaş ve tarafları yüzünden kavga etmektedirler.
Günümüz okuru bu kadar çok isimden de hoşlanmaz, kafasının çok
karışmasını istemez, ne de olsa artık her insanın hikâyesini
bildiği Tanrılar değildir onlar.
Bu nedenle Madeline Miller akıllıca
bir seçim yapmış, hikâyenin merkezine ana karakter olarak
Patroklos ve Akhilleus'u yerleştirmiş, geri kalan olayları bazen
kısa bazen uzunca anlatmış fakat Tanrıları çok da fazla işe
katmamıştır. Tanrılarla ilgili bilgileri okur genellikle
Akhilleus'un annesi tanrıça Thetis aracılığıyla birkaç cümlede
öğrenir.
Yazarın okuru tavlayan asıl noktası
ise destanı bir aşk romanına çevirmiş olması, haklarında
yeteri kadar bilgi olmasa da fazla yakın olmalarından şüphelenilen
Akhilleus ve Patroklos'u birer âşık hâline getirmiş, roman biraz
da onların çaresiz aşk hikayesi olmuş çünkü kehanetler daha
savaş başlamadan bellidir, Akhilleus kısa fakat şanlı bir hayatı
seçmiştir, Hektor'un ölümünden sonra uzun yaşamayacaktır.
Roman boyunca tam bir ana karakter
olgunluğuna ulaşamayan ve kendisini Akhilleus'un yanında oldukça
değersiz gören Patroklos ancak romanın sonlarına doğru bu
olgunluğa erişir çünkü Akhilleus'un gururunun dünyadaki her
şeyden önemli olduğunu fark edip ona karşı eleştirel bir bakış
açısı geliştirir. Roman boyu süren Akhilleus güzellemeleri,
yerli yersiz yapılan benzetmeler aslında çoksatar bir romanın
bildik yöntemleri. Oysa İlyada'yı okuyanlar Akhilleus'un üstün
Tanrısal özelliklerini de eleştirilecek kibirini, narsizmini,
gururunu da biliyor. Romanda ise çocukluğundan başlayarak tek bir
kötü özellik göstermeyen, kusursuz biri Akhilleus.
Patroklos'un sevgilisinin yerine
geçerek Hektor tarafından öldürülmesi, Akhilleus'un verdiği
sözü bırakıp savaşa geri dönüp intikam almaya çalışması,
önüne geleni öldürmesi, Hektor'un canını aldıktan sonra yedi
gün Troya'nın etrafında sürükleyerek Troyalıların onurunu
ayaklar altına alması, romanda çok hızlı bir biçimde gelişiyor
çünkü romanın çatısını asıl olarak yaratılmaya çalışılan
duygusal aşk hikâyesinin gelişimi oluşturmuş.
İlyada destanı Hektor'un cesedinin
Akhilleus'tan alınıp cenazesinin yapılmasıyla sona erer. Yani biz
Troy filminde de izlediğimiz üzere Akhilleus'un Paris'in okuyla
vurulup ölmesini, ünlü tahta at kandırmacasını, Akhilleus'un
oğlu Pyrrus'un savaşın kazanılmasındaki rolünü başka destan
parçalarından, bazen de Apollodurus gibi yazarlardan öğreniriz.
Oysa Madeline Miller romanın çözüm bölümünü tamamen
anlatabilmek için tüm olanları peş peşe anlatmış, hatta 20-30
sayfaya aceleyle 10-15 yılı sığdırmış. Romanın oldukça yavaş
ilerleyen seyri sonlara doğru yapısına aykırı bir biçimde
neredeyse olanların özetine dönüşmüş. Yazar, olaylar
sonlanmadan ölen Patroklos'un anlatmaya devam edebilmesi için
ruhunun huzur bulmaması ve olan biten her şeyi başka bir yerden
görerek anlatması gibi bir çözüm bulmuş, böylelikle
anlatılanlar tutarlılığa sahip olabilmiş.
Yaz tatili sırasında kolaylıkla
okunabilen tarihi romanları sevenler için iyi bir seçim olabilecek
Akhilleus'un Şarkısı, İlyada ve Odyssea'yı seven okurları
maalesef tatmin etmeyecektir. Her şeye rağmen maddi hatası
olmayan, aslına uygun, mitolojiyle kafayı bozmak istemeyenlerin
birçok bilgiyi yüzeysel olarak öğrenebilecekleri akıcı bir
roman yazmış Madeline Miller. Özellikle günlük yaşamdaki
giysiler, savaş aletleri gibi aksesuarlar uzun ve detaylı bir
biçimde betimlenmiş. Bu ayrıntılar, dönemin okurun gözünde
canlandırması açısından başarılı bir biçimde kullanılmış.
Yine de kendi adıma Orange ödülü almış pek çok daha iyi roman
okuduğumu söyleyebilirim.
Banu Yıldıran Genç
Akhilleus'un Şarkısı, Madeline
Miller, Everest Yay. 393 s.
* Bu yazı Agos Kirk'in Haziran sayısında yayımlanmıştır.