En
acı gerçekten en tatlı hayale...
Yüzyıllık
Yalnızlık’ı
okurken sık sık kitabın başındaki aile ağacına bakardım, kim
kimdir bilmek, romandaki baş döndürücü hareketi anlayabilmenin
tek yoluydu. Nibel Genç’in geçtiğimiz aylarda yayımlanan Mısır
Koçanlarını Kızartan Koku
adlı öykü kitabında ise, insanı resim yapmaya heveslendirecek
denli güzel kapağın içine ben çizdim aile ağacını. Bir roman
bütünlüğünde de, ayrı ayrı öyküler hâlinde de okunabilecek
bir kitap Mısır
Koçanlarını Kızartan Koku.
Öykülerin hemen hepsi Ezima’nın ailesini, ailenin yaşadıklarını
konu alıyor. Aile Dersimli Kürt olunca, kitap hâliyle neredeyse
bir Türkiye tarihi oluveriyor. Ezima belki de yazarın iç sesi
olarak yazma planını şöyle aktarıyor: “Gerçek
kurmacaya benzerse ağırlığı hafifleyebilir, kesinlikleri
belirsizleşebilirdi. Her şey kurgunun doğal akışına uygun
sıraya konulsa, roman metaforlarının ironisini oluşturarak yol
alsa, Ezima’nın hüznü ve matemi ciddiyetini kaybedebilirdi.”
Gerçekten de müthiş hayal gücü, en acı olaylarda bile ironiyi
eksik etmemesi, büyülü gerçekliğe ve üst kurmacaya göz kırpan
döngüsel yapısıyla Mısır
Koçanlarını Kızartan Koku Türk
edebiyatında eksik olan bir bölümü dolduruyor.
Marquez’in
hayali kasabası Macondo gibi, kitaptaki öykülerin de büyük bir
çoğunluğu hayali Dersim kasabası Meyman’da geçiyor. İlk öykü
Keçi
Kılından Heybe
bize her şeyin odağındaki ana karakter Ezima’yı tanıtırken
1994’de Meyman’ın askerler tarafından yakıldığı günü
anlatıyor öncelikle. Kitabın adı, köyünden biraz uzakta
yaşananlara tanıklık eden on bir yaşındaki Ezima’nın
betimlemesiyle oluşuyor. Ezima, göçtükten yıllar sonra bile bu
kokuyu anımsayıp o gün nelerden bu kokunun yükseldiğini
listelemeye çalışır: “1)
Dudakları eğri dikilmiş bez bebek 2) Kareli kanepe 3) Sarı
boncuklu tülbent 4) Kırık kazma sapı...”
diye diye 127. maddeye gelse de, o günü hiçbir zaman tam olarak
anlatamayacağını bilir. Bu maddelerdeki nesnelerin çoğunun ise
kitaptaki öykülerin adları olması, nesneler dünyasıyla edebiyat
arasında kurulmuş köprünün ustalıklı mimarisini gösteriyor
aslında.
Öykülerin
her birinin birbirinden hoş adlarıyla başlayabiliriz belki. Her
bir öykü, adıyla, içeriğiyle ve betimlediği nesnelerle bir
sonraki öyküye ilmek atıyor. Fitilli
Gaz Lambasının Dantel Kılıfı
öyküsünde Elif’in hayatında ilk kez klam dinlemesiyle yaşadığı
duygusal patlamada okurlar olarak biliyoruz ki o klamın da klamın
kaydedildiği kasetin de hikâyesi bize aktarılacaktır. Ve
beklediğimiz gibi Nibel Genç bir sonraki öykü Sağ
Köşesi Kırık Siyah Kaset’e
yolculuyor bizleri. Bu yolculuklarda, en ufak bir detay -ki bolca
nesneden, bolca kişiden bahsedilen öyküler bunlar- atlanmıyor, en
ufak bir boşluk bırakılmıyor ki doldurulmasın. Daha ilk öyküde
Ezima’nın annesine kızgınlığını merak ederken sonlara doğru
kitabın en farklı öykülerinden biri olan Uçuk
Mavi Yünden Şifa Çiçeği Desenli Erkek Kazağı’yla
bu merakımız gideriliyor. Nibel Genç aslında bir roman kahramanı
derinliği katıyor bütün karakterlerine, hepsini bir biçimde
tanıyoruz ve anlıyoruz.
Öyle
unutulmaz masalsı karakterler var ki, Ezima’nın adını aldığı
(adın alınması da başka bir öyküye atılan ilmek elbette),
kapalı yerlerde uyuyamayan, deli bilinen Waye İvrayim, rüyasında
bile kocası İvrayim’le didişip duran babaanne Eşliye, köyde
bir ilki başararak kimseyle evlenmeyeceğini açıklayıp çeyiz
sandığını köyün orta yerine getirip içindekileri cümle âleme
dağıtan büyük hala Zeyne, daha küçücük bir çocukken anlamını
bilip de kelimesini bilmedikleri için bir sözlük arayan filozof
enişte İmam, 80’leri hapiste geçiren kirpi saçlı hala Elif,
90’ları hapiste geçiren baba Hüseyin... tüm karakterler birbiri
içine geçmiş öykülerde anlatıyı bütünlüyor, güçlendiriyor.
1939’da
sürgüne gönderilmiş, sonraları geri dönebilmiş ve 1994’te
yakılarak varlığına son verilmiş “hayali” bir köyün
halkının politik birer birey olmasından daha doğal bir şey
olamaz. Öykülerde ziyarete gidilen tutsaklar, karşılaşılan
gerillalar olarak karşılaştığımız bu politiklik, yine hayali
bir yazar Mehmet Tahir İskanoğlu’nun anlatıldığı, sürgün
sonrası yaşanan saçmalıkları yüzümüze vurduğu mizahı ve
acısıyla Tütün
Tabakası
öyküsünde zirveye ulaşıyor. İskanoğlu, yazdığı “İsyan
İskan İmza Kürdün Üçgeni” adlı kitapla biliniyor. Tütün
Tabakası
öyküsünde kitabın adını şöyle açıklıyor: “Devlet
önce Kürtlerin varlığını inkâr etmişti, sonra da oraya buraya
serpiştirdiği Kürtlere vücudunuzu ispat için her gün imza
atacaksınız demişti. Mehmet Tahir İskanoğlu’na göre bu
‘Cennetteki meyveyi yemeyeceksiniz,’ şakasından sonra yapılan
en ciddi şakaydı. İkisi de şakaydı ama sonuçları öyle vahimdi
ki bu nedenle iki şaka da gayet ciddiydi.”
Kurgusunun,
detayların inceliğinden bahsetmişken Nibel Genç’in büyük bir
ustalıkla kullandığı üst kurmaca yönteminden de bahsetmek
gerekir. Öykü içinde öyküler, kitap içinde kitaplar ve her
şeyin hayal olduğunun sık sık anımsatıldığı satırlar.
Okurunun neye, nasıl tepki vereceğini çok iyi tasarlamış bir
yazar karşımızdaki. Ezima’nın hikâye kurmak hakkında
düşünceleri uzun uzun anlatılır ve ben bir okur olarak “Burası
biraz uzamış.”
diye kenarına not alırken, şöyle devam edip okuruna göz kırpıyor
Nibel Genç: “Evet,
bazen Ezima hikayeleri nasıl yazdığı üzerine konuşmaktan
kendini alamıyordu.”
Nibel Genç, geçtiğimiz günlerde kaybettiğimiz Murat Saat gibi, çok uzun yıllardır hapiste. Kitabın arka kapak yazısını bir dönem aynı koğuşu paylaştıkları Necmiye Alpay yazmış. “Gerçekliğin içine gerçeküstücülüğü çeşitli muzip, sürpriz yaratan dozlarıyla yerleştiriyor. Hoş bir biçimde naif. İçerisiyle dışarısıyla her tür cezaevini büyük bir rahatlıkla aşan bir düş gücünün söylemiyle.” Alpay’ın bu sözleri dışarıda da cezaevinde gibi hissettiğimiz bu günler için geçerli. Nibel Genç’in bakışı, o çocuksu ayrıntıları betimleyişi, en olmadık yerde insanı gülümsetişi aslında içeriden dışarıya bir umut gönderiyor sanki. Umarım bir an önce Ezima’nın yazıp çöpe attığı romana da kavuşuruz.
Nibel Genç, geçtiğimiz günlerde kaybettiğimiz Murat Saat gibi, çok uzun yıllardır hapiste. Kitabın arka kapak yazısını bir dönem aynı koğuşu paylaştıkları Necmiye Alpay yazmış. “Gerçekliğin içine gerçeküstücülüğü çeşitli muzip, sürpriz yaratan dozlarıyla yerleştiriyor. Hoş bir biçimde naif. İçerisiyle dışarısıyla her tür cezaevini büyük bir rahatlıkla aşan bir düş gücünün söylemiyle.” Alpay’ın bu sözleri dışarıda da cezaevinde gibi hissettiğimiz bu günler için geçerli. Nibel Genç’in bakışı, o çocuksu ayrıntıları betimleyişi, en olmadık yerde insanı gülümsetişi aslında içeriden dışarıya bir umut gönderiyor sanki. Umarım bir an önce Ezima’nın yazıp çöpe attığı romana da kavuşuruz.
Banu
Yıldıran Genç
Nibel
Genç, Mısır Koçanlarını Kızartan Koku, NotaBene Yayınları,
2017, 189 s.
* Bu yazı Notos'un Şubat-Mart 2018 tarihli sayısında yayımlanmıştır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder