Bayan
Jane’in ilham verici yaşamı...
Yıllar
süren okuma serüveninde insan ister istemez belli coğrafyaları
daha çok seviyor. En azından benim için Carson McCullers,
Tennessee Williams, Truman Capote ve Flannery O’Connor okuyalı
beri bu çok net, Amerika Birleşik Devletleri’nin güneyi edebi
açıdan en sevdiğim yerlerden biri. Kafka Yayınevi tarafından
yayımlanan Brad Watson’un Başka Dünyanın Kuşları romanı
Güney Amerika sevgimi yeniden anımsattı.
Brad
Watson da Güney Amerikalı bir yazar, Mississippi’de doğmuş
büyümüş, uzun yıllar orada yaşamış, üniversitelerde ders
vermiş. Zaten romandaki doğa betimlemelerinden, çiftçilik
terimlerinden ve toprak bilgisinden bu coğrafyayı iyi bildiği çok
belli oluyor. Daha önce de Mississippi’de Mercury adlı hayali
kasabada geçen bir roman yazan Watson, 2016’te yayımlanan bu son
romanında köklerine geri dönüyor.
Brad
Watson kahramanı Jane Chisolm’u yaratırken büyük teyzesi Mary
Ellis’ten ilham almış. Bugün bile tam olarak çaresi bulunmayan
bir deformasyonla, ürogenital sinüs anomalisi ve persistent kloak
denilen bir bozuklukla dünyaya gelen Jane, yaşamını böyle
sürdürmüş gerçek bir insanın, Mary Ellis’in çektiklerini
anlamamızı sağlıyor bir yandan. Bedenindeki anomaliye rağmen
yaşama sarılıp kendi iç dünyasını zenginleştirmeyi seçen,
melankoliye meyletmeden, kendine acımadan, dimdik ve gururlu bir
ömür geçiren Jane Chisolm, Güney edebiyatının unutulmayacak
karakterlerinden biri oluyor.
Brad
Watson romana uzun zamandır okuduğum en ustaca girişle başlıyor.
Jane’in nelerden korkmadığını okuyucuya bir bir sayarken
aslında onu her şeyiyle bize tanıtıp olayları aktarmaya öyle
geçiyor. Bu tekrarlarla kurulmuş girişte Jane’in gücünü ve
korkusuzluğunu okuyoruz, Watson’ın bölüm bölüm kurduğu
dünyaya nüfuz ettikçe ise karakterin derinliğini anlayacağız.
Jane,
annesinin 39 yaşında ona nasıl hamile kaldığını dahi bilmediği
bir bebek. Ida üçü yaşayan beş çocuk doğurmuş, üç
yaşındayken kaybettiği oğlu ve hemen ardından ölü doğan
kızının acısı ağır gelmiş, bu son bebeği daha hamileyken
istememiş. “Annesi, doğup da Jane olacak çocuğa hamile olduğunu
hamileliğinin ilk aylarında kabul etmemiş, bunun yalancı bir
hamilelik olduğunu, vücudunun onunla dalga geçtiğini, şeytana
yakışacak bir şaka yaptığını düşünmüştü.” Annesinin
şeytanın şakası olduğundan korktuğu çocuğun bozukluğu daha
doğar doğmaz kasabanın müşfik doktoru Ed Thomson tarafından
fark edilecek, Jane’in ebeveynleri farklı farklı nedenlerle
-anne, çocuğa hamile kaldığı gece içtiği afyondan hiçbir
şeyin farkında olamayacak denli uyuştuğu, babaysa iki kuruş
verip geneleve gitmek yerine uyuyan karısını cinsel isteği
doğrultusunda kullandığı için- ömür boyu sürecek vicdan
azabına sürükleneceklerdi.
Çok
sevgi dolu bir ailede büyümese de babasıyla ilişkisi Jane’in
sağlam kişiliğinin oluşmasında temel oluşturur. Çok
konuşmayan, duygularını göstermeyen baba Sylvester belki de
duyduğu vicdan azabıyla çocuğu nereye gitse yanında götürür,
ona ağaçları, bitkileri, hayvanları, doğayı, doğanın
döngüsünü açıklar. Küçük yaştan itibaren kakasını
tutamadığını fark etmek ve bunun için önlemler almak zorunda
kalmak Jane’in çok çabuk olgunlaşmasını sağlar, kendi
sorunlarını kendi halledebilen, talepkâr ve sevgi dolu bir
çocuktur ta ki dışardaki dünyayla yüzleşmesi gerekene kadar.
Küçücük bir kasabanın gizlisi saklısı olmaz, Jane de sorunu
bilinmesine ve öğretmenlerin anlayışına rağmen altı yaşında
başladığı okulda yaşıtlarıyla baş edemez. Tuvaleti gelmesin
diye hiçbir şey yememeye başlaması ve dikkatini toplayamaması
kararını çabucak vermesine neden olur. Okuma yazmayı öğrenir
ama okula devam etmez. İlk kez olarak bu kararı verdiği gün Jane
yaşadıklarıyla okurun burnunu sızlatır. O güçlü, kararlı,
inatçı kız daha fazla dayanamamış ve ormana kaçıp içini
boşaltana kadar ağlamıştır.
Jane’in
ergenliğe girmesi, karşı cinse ilgi duymaya başlaması ve ilk kez
âşık olmasıyla dengesi yeniden bozulur. Bu dengeyi tekrardan
sağlayan şey babasının koruma duygusuyla her an yanında olması
ve doktorunun ondan hiçbir şey saklamadan, büyük bir insan gibi
her şeyi açıklamasıdır. Yaşamı boyunca seks yapamayacağını
zaten içten içe bilen Jane, bununla da yaşamayı öğrenir, âşık
olma duygusunu tatması onun için yeterlidir, bu duyguyu ömrü
boyunca anımsayacaktır, bundan sonrası için etrafındaki
erkekleri uzak tutması yeterlidir.
Jane
roman boyunca hastalığını kaderin sillesi, başının belası,
onulmaz derdi olarak görmek yerine hastalığıyla en barışık
nasıl yaşayabileceğinin dersini veriyor biz okurlara, hem de hiç
öğretmenlik yapmadan. Bu nedenle kitabı okurken onun yerine bazen
ben isyan ettiysem de aslında Jane’in ne kadar doğru ve akıllıca
yaşadığını kalpten biliyorum. Okurken sık sık aklıma geldi,
insanlar saçma sapan kişisel gelişim kitaplarına para
harcayacağına, böyle romanlar okusalar, çok daha yararlı olur
sanki. Seda Çıngay Mellor’un tertemiz Türkçesiyle Başka
Dünyanın Kuşları’nı okumak eminim size de iyi gelecek.
Banu
Yıldıran Genç
Başka
Dünyanın Kuşları
Brad
Watson
çev:
Seda Çıngay Mellor
Kafka
Kitap, Ekim 2017, 304 s.
* Bu yazı Agos Kirk'in Aralık 2017 tarihli sayısında yayımlanmıştır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder