Ege
adaları ve bilinmeyen yaşamlar...
Amerikan
edebiyatının önemli yazarlarından olan Edmund White ilk kez
Türkçeye çevrildi. Özellikle eşcinsel edebiyatın Amerikalı
öncülerinden olan White’ın önce Ada
Öyküleri’ni,
hemen ardından önemli bir biyografisini, Rimbaud
- Bir Asinin Çifte Yaşamı’nı
peş peşe yayımlayan Edebi Şeyler sayesinde geç de olsa bu
yazarla tanışmış olduk.
Türkiye'deki
okurları için derlediği Ada
Öyküleri’ne
özel olarak bir önsöz de yazan yazar, İstanbul’un kendisi için
öneminden, Büyükada’da geçirdiği yazlardan ve öykülerinin
yazılış sürecinden bahsediyor. Önsözde hissedilen içtenlik
bütün kitaba da yayılmış durumda. Belki bu konularda hâlâ
sıkıntılı bir ülke olmamızdan, belki edebiyatımızın bu
yönünün eksikliğinden, kitabı okurken sık sık eşcinsel
olduğunu bildiğimiz ve bunu açıklayamadan ölmüş gitmiş
yazarlar geldi aklıma... Bunu hiçbir biçimde eleştirmek için
söylemiyorum, açılanları da bu şartlarda çok cesur buluyorum
ama dediğim gibi öykülerin samimi tonu, bilmediğimiz yaşamların,
iki erkek arasında yaşanan aşkın ve seksin tüm doğallığıyla
aktarımı, aslında daha özgür bir dünyada bir Hüseyin Rahmi
Gürpınar’dan, bir Nahit Sırrı Örik’ten ne de güzel ve
farklı şeyler okuyabilirdik diye düşünmeme neden oldu.
Edmund
White önsözde hayatı boyunca hep adada yaşadığından
bahsediyor, Manhattan, Ile. St. Louis, Girit ve Büyükada. Girit ve
Büyükada'da geçen öyküler belki coğrafi olarak da kendime yakın
bulduğumdan kitapta en çok sevdiklerim oldu. İkinci öykü Kâhin
büyük bir acıyla açılıyor. Özellikle 90'lı yılların
Amerikan filmlerinden biraz aşina olsak da AIDS'ten yaşamını
kaybeden birinin bu denli detaylı anlatımını, hastalığın
ilerlediği süreçte yaşanan zorlukları ilk kez okuyorum. "Şu
anda en iyisi George'u unutmak gibi geliyordu, en azından bir süre;
korku atmosferini, gece yarısı hastaneye gidişleri, hastalıkların
peş peşe korkunç bir biçimde patlak verişini -boğaz mantarı,
beyinde mikrop, bağırsak kanaması, kıçı halka halinde
çevreleyen herpes-, küçülen bedenin her santimetresini inceleyen
fiberoptik, beyin tarayıcı ve röntgen ışınlarını, morfin
tabakaları altına gömülen can çekişmeyi unutması gerekiyordu."
Uzun
yıllar süren birliktelikten sonra Ray'in, George'un on beş ay
süren hastalığı ve ölümü ardından yalnız kalışı, dünyadan
elini eteğini çekişi, hissettiği yokluk ve eksiklik duygusu
öykünün okuru en etkileyen bölümlerinden. İlişkilerinin nasıl
başladığı, Ray'in Ohio'nun kuzeyinde çiftçi babası ve
kütüphaneci annesiyle geçen çocukluğu, babasının
isteksizliğine rağmen okudukça okuması ve doktorası için
Toronto'ya gidişinin ardından asıl kimliğini bulması
aktarılırken bir dönem de gözümüzün önünde canlanıyor
aslında. 70'lerde yükselen gey hareketi, politize olan gençlik,
sonrasında çılgın kostümlü partiler, su gibi tüketilen içki,
uyuşturucu ve zamanla birer birer kaybedilen arkadaşlar...
Öykülerin hepsinde AIDS'ten ölen birilerinden bahsediliyor ki
Edmund White'ın 70'lerin başında altı gey yazarla kurduğu Violet
Quill edebiyat grubunun dört üyesi dahil, birçok arkadaşı bu
hastalıktan hayatını kaybetmiş. O nedenle AIDS'ın ve ölümün
gölgesi hemen hemen tüm öykülerde hissediliyor.
Ray'in
bir arkadaşının ısrarıyla ressam arkadaşlarının yanına
Girit'e, Hanya'ya tatile gitmesiyle öykünün coğrafyası da tonu
da değişiyor. Hanya'nın evlerinin, ara sokaklarının,
erkeklerinin anlatıldığı satırlarda biz okurlar da Edmund
White'ın gözlem gücünü görüyoruz. Amerikalı bir yazar için
oldukça farklı olan bu kültürün kodlarını, öyküde para için
zengin orta yaşlı Amerikalı erkeklerle birlikte olan genç Yunan
delikanlılarının jest ve mimiklerinde bile okuyabiliyoruz.
Hayatında hiçbir zaman parayla seks yapmayacağını iddia eden
Ray'in kendisini adadaki ritüellere kaptırması çok da uzun
sürmüyor ve romantik kahramanın parayla yaptığı ilk seks bir
süre sonra aşka dönüşüyor.
Kitabın
son öyküsü Geniş
Yürekli Bir Kadın
ise önce Naksos adasında, sonrasında Büyükada'da geçiyor.
Anlatıcının kendini son derece basit cümlelerle tanıtarak
başladığı bu öykü her satırda bir önceki paragrafta okurun
merak ettiklerinin cevabını veriyor neredeyse. "İngiliz
arkadaşım Helena yukarıda oturuyor – bu noktada da basit bir
gerçek yanıltıcı olabilir, çünkü bizim bir çift olduğumuzu
düşünebilirsiniz; oysa ben geyim (faal değilim), Helena ise
hetero (faal değil). Yunanlıların hepsi bizim evli olduğumuzu
varsayıyor; bu yanılgıyı sürdürmek de bizim işimize geliyor."
Helena'yla
yıllar süren arkadaşlık, tatilleri beraber geçirmeler, en
sonunda ikisinin de emekliliklerini aynı adada, aynı evde
geçirmelerine kadar uzanır. Anlatıcının yaşamını genellikle
anılarını düşünerek geçirdiğini söylemesi, eski bir tatili
anımsamasına yol açar. 1984 yılında Büyükada'da Helena'yla üç
aylığına kiraladıkları yalı ve bu yalıda yaşanan büyük aşk
öykünün asıl konusunu oluşturacaktır. Türkiye'de sadece üç
yaz yaşayan Amerikalı bir yazarın İstanbul'u ve özellikle yalıyı
kiraya veren aileyi anlatımı ise hayranlık verici. Özellikle ev
sahibi Bayan Tekinhan ve oğlu Davud'un ilk karşılaşmadaki
rolleri, Osmanlı torunu olduklarını biraz hor görerek
vurgulamaları, "...
gizli gizli böbürlendikleri şeye hayıflanırmış gibi yaptıkları
bu züppece oyun"
ve sonrasında yaşananlar, yazarın Türk toplumunu ne denli iyi
tanıdığının göstergesi. Davud'la anlatıcının aşkından
başka yazarın İstanbul'u oldukça sinematografik bir biçimde
betimlemesi, Kapalıçarşı'yı, Boğaz'ı, Pera Palas'ı ve bazı
olağanüstü Kurban Bayramı detaylarını eski bir İstanbul
belgeseli izlercesine gözümüzün önünde canlandırıyor. Bu
öyküyü unutulmaz yapan özelliklerden bir diğeri ise iki bambaşka
insanın unutulmaz dostlukları. Gey olan anlatıcı bazen sayfalar
boyu Helena üzerinden kadınlarla erkeklerin karşılaştırmasını
yapıyor, yer yer itirafa dönüşen bu düşünceler öykünün
samimiyetinin doruğa çıktığı anlar.
Her
ne kadar doğarken taşıdığım kimliklerden övünç duymanın
saçmalığını bilsem de yabancı yazarlardan İstanbul'u
okuduğumda çocukça bir sevinç duyuyorum. Edmund White'ın
öyküleri hem ufkunu açmak isteyenlere, hem Amerikan eşcinsel
edebiyatından iyi bir örnek okumak isteyenlere, hem de 80'li
yılların İstanbul'unu özleyenlere iyi gelecek. Roza Hakmen'in
mükemmel çevirisiyle...
Banu
Yıldıran Genç
Edmund
White, Ada
Öyküleri,
Edebi Şeyler, Mart 2017, 167
* Bu yazı Notos'un 65. sayısında yayımlanmıştır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder