Aile denen yalan...
Zeynep
Kaçar tiyatroseverlerin yakından tanıyacağı bir isim. Birçok
oyun yazmış, ödüller almış bir tiyatrocu. İlk romanı Kabuk’ta
bir aileyi, bu ailenin kadınlarını toplumcu ve feminist bir bakış
açısıyla lime lime ederek anlatıyor. Yazarın dramaturji bilgisi
romanın ustalıklı kurgusunda, detaylarda kendisini belli ediyor.
Olay örgüsünde tek bir ilmek bile ucu açık bırakılmıyor,
okurun zihninde soru işaret uyandırabilecek her şeyi yazarın
önceden düşündüğünü ve yeri geldiğinde yanıtını verdiğini
görüyoruz.
Roman
üç farklı anlatıcıya sahip, anneanne Sabiha, kızı Sezin,
torunu Füsun. Üç anlatıcı doğrusal bir zaman çizgisine bağlı
kalmadan, bazen bilinç akışı biçiminde , bol duygusal
patlamalarla anlatıyorlar hikâyelerini. Yavaş yavaş yıllara
yayılmış olay örgüsü, karakterler gözümüzün önünde
canlanmaya başlıyor ve kurgu hızlanıyor. Bol kız kardeşli, bol
kadınlı, az erkekli bir roman bu. Kırım göçmeni bir ailenin iki
kızı Saliha ve Sabiha, Saliha’nın kızları, Sabiha’nın kızı
Sezin ve oğlu Muhsin, Sezin’in kızları Semiş ve Füsun ve
romanın belkemiği teyze Efsun. Anne, kız ve torundan oluşan üç
anlatıcı kendilerini anlatırken bütün aileyi de anlatmış
oluyorlar bir bakıma. Herhangi bir ailede yaralanmadan büyümek
zaten mümkün değilken Sabiha, Sezin ve Füsun’un büyüme
hikâyelerini okudukça, Sabiha’nın annesinden başlayan ve diğer
kuşaklara aktarılan sevgisizliğin çok daha büyük travmalara yol
açtığını görüyoruz.
Ailedeki
erkekler, Sabiha’nın çekip giden kocası Mürsel, on altı
yaşında evi terk eden oğlu Muhsin ve Sezin’in iyi kalpli ve
sessiz kocası Haluk, varlar da yoklar sanki. Kavgalar, hesaplaşmalar
hep kadınlar arasında. Onların dışında olaylara etki eden tek
erkek aile dışından ama yine çok derinliği olmayan Meriç.
Erkekler var olmasalar da onlara karşı hissedilenler kadınlar
tarafından oldukça etkili bir biçimde aktarılıyor.
Romanın
başlarında kimin kim olduğunu biraz karıştırdıysam da
çıkardığım küçük bir aile ağacı rahatça okumama yardımcı
oldu diyebilirim. Bir süre sonra geçen isimlerden, anlatılan
duygulardan anlatıcının kim olduğu kolayca anlaşılır hâle
geliyor zaten. Romanda anlatıcının kim olduğunun tam olarak
anlaşılmadığı ve romanın adı “Kabuk”un nereden geldiğini
belli eden oldukça etkili bir bölüm var ki "Ortalama
bir dünyada"
adını taşıyan bu bölümü her okuduğumda başka bir anlatıcıya
atfediyorum, hatta dördüncü bir anlatıcıya, Efsun’a daha çok
yakıştırıyorum: “...bir
gün daha nasıl katlanırım bu hayata nasıl geçer zaman
içindeyken kendinin ve asla dışına çıkmamak kendi
çaresizliğinin hep başkaları için onlar için diğerleri bizimse
tillahı gelse çatlamaz kabuğumuz var çünkü biz sıradanız ve
bu kalınlaştırıyor kabuğu her geçen gün bu bir arada tutuyor
böyle olduğumuz için hak ediyoruz mutluluğu ve daim olmasını
tüm iyiliklerin oysa sizler hep bir aşma çabası hep dışına
çıkma isteği hep bir akıl yoluyla anlama ihtiyacı dünyayı
yumurtadan her zaman civciv çıkmıyor küçük hanım yılan da
çıkar çıyan da riski göze alamayız buyrun sizin olsun dış
dünya sokaklar caddeler dış yüzleri dükkânların tabelalar uçak
yolculukları uzak diyarlara keşifler icatlar bulmalar kaybetmeler
sizin olsun aramazsan bulunabilir bir şey değil ki bela dediğin.
Kabuk, bu yüzden... ve bu yüzden böylesine kalın sıradanlığımız.”
Zeynep
Kaçar kadınların mahkûm olduklarını, yaşadıklarını zaten
oldukça etkili anlatıyor, biçimsel oynamalar, farklı teknikler bu
etkiyi daha da artırıyor. Sabiha’nın sırtındaki ağır yükle
iki çocuğunu geçindirmek için yaptığı terzilikten
bahsettiğinde peş peşe saydığı objeler, Füsun’un kilolu bir
kadın olmanın yarattığı toplumsal baskıyla başedebilmek uğruna
sürekli zayıflamayı düşünürken yaptığı kalori hesapları bu
biçimsel arayışlardan bazıları. Kadın olmanın, göze
batmamanın, tehlikeden, akşamlardan, sokaklardan uzak yaşamanın
bedeli ise yukarıdaki alıntıdaki gibi çığlık atarcasına,
noktasız, virgülsüz, haykırarak anlatılıyor.
Romanın
büyüsünü bozmamak için olay örgüsüne çok değinmiyorum ama
Zeynep Kaçar sıradan sayılabilecek herhangi bir aileyi, ailelerin
halının altına süpürülmüş, konuşulmayan, yok sayılan
sırlarını açıyor bize, toplumsal birçok önyargıya dokunuyor,
kimlikleri sorguluyor. Sabiha’nın güzellik, Sezin’in intihar,
Füsun’un kilo takıntısının psikolojik temelleri gözümüzün
önünde birer birer atılıyor.
Romanla
ilgili bir süre sonra kafama takılan tek şey anlatıcıların
dillerinin birbirine fazlasıyla benzemesiydi, Sabiha biraz daha argo
kullanarak ayrılıyorsa da Sezin ve Füsun’un özellikle
duygularından bahsettikleri bölümler neredeyse aynı biçimde
aktarılıyor. Bir de kanamak eyleminin “Çocuklarım kanıyor.”
ya da “Usulca kanıyorum saatler boyunca.” biçimindeki kullanımı
yaygınlaşsa da bana hâlâ doğru gelmiyor, başka bir ifade biçimi
olmalı diye düşünüyorum. Bu küçük soru işaretlerimi bir yana
bırakırsak Zeynep Kaçar bundan sonra takip edeceğim, oyunlarını
da okuyacağım bir yazar oldu benim için diyebilirim.
Banu
Yıldıran Genç
Kabuk
Zeynep
Kaçar
Sel
Yayıncılık, Ocak 2017, 173 s.
* Bu yazı Agos Kirk'in Şubat 2017 sayısında yayımlanmıştır.
'' Aile dediğin kirli bir saklambaçtır'' (Mungan)
YanıtlaSilaynen öyle maalesef.
Sil