Bilmediğimiz
Roald Dahl
Roman
Kahramanları dergisinin Roald Dahl özel sayısı için bir yazı
yazma konusu gündeme gelince önce oğlum küçükken okuduğumuz
kitapları geldi aklıma, eğer yazacaksam hepsini tekrar
okumalıydım. Sonra laf arasında büyükler için yazdığı
kitaplardan bahsettik. İtiraf etmem gerekir ki bu kitaplarla hiç
ilgilenmemiştim, hep çocuk kitapları yazarı olarak düşünüyordum
Dahl’ı, ötesini bilmiyordum. Bu kitaplarla ilgili bir yazı yazma
fikrini daha çok benimsedim.
Sonra
tabii ki ilk iş kitapları satın almak için bir kitap satış
sitesine girdim ve şok! Hiçbir kitabının baskısı yoktu. Hiçbir
kitabı derken Türkiye'de basılmış bulunan toplam bir roman ve
altı öykü kitabından bahsediyorum. Çocuk kitaplarının baskısı
konusunda hiçbir sıkıntı yoktu. Türkiye yayıncılığının en
kötü taraflarından biri olarak düşündüğüm şeye kurban mı
gitmişti bu güzelim kitaplar, bilmiyorum. Yıllardır Türkiye'nin
baskısı bulunmayan kitaplar cenneti olduğunu düşünürüm, bence
bir yayınevi bir yazarın, bir kitabın telifini aldıysa onu
bittikçe yeniden basmakla yükümlüdür. Hele bu kitapların içinde
Tomris Uyar, Püren Öngören gibi usta çevirmenlerin de çevirileri
varsa... Bu nedenle telif sorunu gibi çözülmesi zor bir mesele
yoksa işin içinde Can Yayınları’ndan bu kitapların yeni
baskısını yapmasını istemek boynumuzun borcu.
Bu
şoku sağ olsunlar Burcu Polat ve Can Yayınları'ndan İpek Şoran
sayesinde atlattım. Can Yayınları'nın arşivinde bulunabilen
kitaplar word dosyasına aktarıldı ve bana ulaştırıldı. Tüm bu
çabaya karşın bulunamayan iki kitap var: Son
Perde
ve Amcam
Oswald.
Diğer kitapları okuduktan sonra aslında en çok merak
ettiklerimden biri Amcam
Oswald
oldu ama dediğim gibi bu mağduriyetin giderilmesinde yayınevine
güveniyorum! Kitapların hepsini word dosyalarından okudum, o
nedenle alıntılarda kitap adı verebilsem de sayfa numarası
veremeyeceğim. Bir de kendime dair küçük bir not paylaşayım,
tüm kitapları Roald Dahl'ları bahane ederek kendime doğum günü
hediyesi olarak aldırttığım kindle'dan okudum ve böylelikle
kendi adıma büyük insanlık adına küçük bir önyargıyı da
kırmış oldum.
Bir
yazarın yazar olma hikâyesi
1977
yılında yayımlanan Şeker
Henry'nin Akılalmaz Öyküsü'nde
bulunan öykülerden biri Şans
Yol Verince Nasıl Yazar Oldum?
Bu otobiyografik öyküde Roald Dahl başından geçenleri büyük
bir içtenlikle kronolojik bir biçimde aktarıyor okura. Yazarlık
serüveninde neredeyse otuzuncu yılını dolduran bir yazar olarak
belki bir iç dökümü gereksinimi, belki artık zamanının geldiği
hissi, bilemiyorum ama İngiliz eğitim sisteminden tutun da savaşa
kadar onca yıl içinde biriktirdiklerini anlatarak nasıl Roald Dahl
olduğunu, eksilerini artılarını, şanslı zamanlarını,
şanssızlıklarını tüm çıplaklığıyla sunuyor okura.
Norveç'ten
İngiltere'ye daha iyi bir hayat için göçmüş bir ailenin, adını
Norveçli Kutup araştırmacısı Roald Amundsen'den alan küçük
oğlu... Babasını çok küçük yaşta kaybetse de annesinin
çabalarıyla İngiltere'de seçkin bir okulda başlar öğrenim
hayatına. İngiliz eğitim sisteminin en iyisi olduğunu düşünen
babasının vasiyetidir bu aynı zamanda. Okul hayatı Dahl'ın
birçok öyküsüne, çocuk kitabına konu olur. Belki de çocuk
kitaplarında gördüğümüz otoriteye başkaldırma, kurallara
uymama gibi hayranlık uyandırıcı davranışlar kendi çocukluğunun
en büyük hayali, özlemiydi, kim bilir...
Öyküye
dönersek, sekiz yaşındasınız, çalışma saatinde kaleminizin
ucu kırıldığı için yanınızdaki arkadaşınızdan kalem
istiyorsunuz ve sessizliği bozduğunuz için bu yaptığınızın
karşılığı kızılcık sopasıyla altı vuruş!
"Yaşamımıza
değnekler egemendi. Geceleri ışıklar söndükten sonra
yatakhanede konuşursan, değnek; sınıfta konuşursan, değnek;
derste başarısız olursan, değnek; duvara tırmanırsan, değnek;
üstün başın dağınıksa, değnek; kâğıttan uçak yapıp
atarsan, değnek; akşamları ayakkabılarını değiştirmeyi
unutursan, değnek; spor yaptıktan sonra formanı yerine asmazsan,
değnek; ve -hepsinden önemlisi de- hocaları kızdırırsan,
değnek. Yani anlayacağınız, küçücük oğlanların doğal
olarak yapacakları her iş için değnekle dövülürdük."
İlkokul
bittiğinde yatılı okula devam eden yazarın hayatındaki bu şiddet
bitecek midir? Hayır, tam tersine, bu kez büyük sınıflardaki
çocukların eziyetleri de eklenecek, neredeyse birer uşak gibi
onları memnun etmeye çalışacaklardır. Ekmeğin az ya da çok
kızarmasının bile küçük çocukların suçunun olduğu bu
sistemde günde birkaç kez seçim yapmak zorunda kalır küçükler:
Pijamalı mı sabahlıklı mı? Değneği yiyecek olanın tamamen
özgür seçimine bırakılmıştır cezanın bu kısmı, pijamayla
mı can daha çok acır, sabahlıkla mı?
Öyküdeki
bu anıları okudukça, küçücük çocukların çektikleri
gözümüzün önünde canlandıkça başka öykülere de konu olan
bu acımasızlığı daha iyi anlayacağız. Senin
Gibi Biri kitabındaki
Dörtnal
Foxley öyküsü
tamamen bu şiddet üzerine kurulmuş. Her zaman bindiği trende
uşaklığını yaptığı ve bolca dayak yediği üst sınıftaki
işkencecisini gördüğünü sanan anlatıcının gelgitleri,
sürekli yüzleşmek istemesi, buna cesaret edememesi, unuttuğu
sandığı anıların birden tüm ağırlığıyla belleğinde
canlanması, anlatıcının tüm öykü boyunca hissettiği gerilimi
okuyucuya da geçirir. Öykünün sonu ise hemen hemen tüm Roald
Dahl öyküleri gibi, şaşırtıcıdır.
Tüm
bu şiddetin yanında öğretmenlerle de arası hoş değildir
Dahl'ın, dünyanın en büyük yazarlarından biri olmasına rağmen
öğrenim hayatı boyunca yazar olmayı düşünmemesinin sebebi
öğretmenleri ve yorumlarıdır belki de:
"1931
– Paskalya dönemi sonu. İngilizce kompozisyon.
'Her
şeyi birbirine katma huyundan vazgeçmiyor. Sözcük seçimi baştan
savma, cümle kurgusu bozuk.'
1932
– Yaz dönemi sonu. İngilizce kompozisyon.
'Bu
öğrenci, sınıfın en tembel ve en okuma-yazma bilmeyenlerinden
biri.'"
Daha
bunlar gibi birçok karne notunu okurla paylaşan Dahl'ın durumunu
trajikomik diye nitelendirebiliriz. Bu nedenle okul hayatından
soğumuş, içinde hiçbir şekilde okul sevgisi kalmamış yazar,
üniversiteye gitmeyi kesinlikle düşünmez ve hemen iş hayatına
atılır.
Şiddet
gören çocuğun gelecekte genellikle iki seçeneği olur, bu durum
biraz aile ve toplum yapısına da bağlı. Hem ailede, hem toplumda,
hem okulda şiddet gören çocuk büyük bir olasılıkla şiddete
meyilli bir yetişkin olacaktır. Dahl ise çocukların birey
sayılmadığı, gülmenin, oynamanın, gürültü etmenin ayıp,
yasak olduğu bir dönemde büyümesine rağmen, yazdığı çocuk
kitaplarında özgür ve bağımsız birer birey olmaya giden yolları
anlatarak diğer seçenekte olduğunu hissettirir bize. Şiddet gören
bir çocukken, şiddetin her türlüsünden nefret eden bir yetişkin
olmuştur. Hayvanlara, çocuklara, yaşlılara, canlı herhangi bir
şeye sevgi gösteren bir yetişkin...
Öykü
ilerledikçe yazarın Shell firmasında işe başlayıp ilk fırsatta
bilmediği yabancı ülkeleri görmek, farklı kültürleri tanımak
istediğini görürüz. Hayat tam da istediği gibi ilerliyordur ki
İkinci Dünya Savaşı çıkar. Pilot olarak katıldığı bu
savaşta yaşadıkları, ölümle burun buruna gelmesi, görme
duyusunu kaybetmesi, ilk kitabı Benden
Bu Kadar'daki
öykülerin hemen hepsini esin kaynağı olmuştur.
ABD'ye
ataşe olarak atanması ve burada tanıştığı ünlü yazar C.S.
Forester'la yaşadıkları ise öykünün çatışma noktalarından
birini oluşturuyor çünkü Forester, kendi yazacağı bir öyküde
kullanmak üzere Dahl'dan askerlik anılarını yazmasını ister.
Dahl yazdığı metni gönderdiğinde ise ünlü yazar bu genç
gaziye hayatını değiştirecek şeyi söyler: Yazdıkları anı
değil, başlı başına, ustaca yazılmış bir öyküdür. Ve
böylelikle Roald Dahl'ın yazar olarak yaşamı başlar. Bu ilk öykü
Çocuk
Oyuncağı
adıyla hem Şeker
Henry'nin Akılalmaz Öyküsü'nün
sonunda hem de ilk öykü kitabı Benden
Bu Kadar'da
yer alır.
Bundan
sonrası ise bir rüya gibi gelişir, hepimizin bildiği
Gremlinler'le başlayan macera, onlarca çocuk kitabıyla devam eder,
ama Roald Dahl birkaç senede bir yetişkinler için öykülerini de
yayımlatmayı hiç ihmal etmez.
Askerlik:
Unutulması gereken yıllar...
Roald
Dahl'ın ilk kitabı Benden
Bu Kadar
daha çok gazete ve dergilerde yayımlanan öykülerinden oluşuyor.
Yine belki ilk olması sebebiyle öyküler yazarın yaşamından,
özellikle askerliğinden izler taşıyor. Yukarıda bahsettiğim
üzere, Dahl yazarlık kariyerine başladığında savaştan çıkalı
sadece birkaç yıl olmuştu.
Savaşın
acımasızlığı, kötülüğü, insanı "insan" olmaktan
çıkaran yanları hakkında uzun uzun yazacak bir şey yok, hepimiz
bunu şu an bile yaşıyoruz. Dahl, Afrika'da Shell firması için
çalışırken ülkesini savunmak üzere asker olmaya karar vermiş
ve pilotluk eğitimi almış. Kraliyet Hava Kuvvetleri'ne (RAF)
katılan Dahl, Ortadoğu, Afrika, Avrupa'nın güneyi gibi birçok
farklı yerde görev yapmış. Öykülerde farklı farklı
ülkelerdeki maceralar anlatılsa da kahramanlar genelde aynı.
Finlandiyalı, Kütük, Maymun Surat diye anılan ekip arkadaşlarıyla
bir öyküde Kahire'de bir genelevdeki kızları şövalye misali
kurtarmalarını eğlenceli bir biçimde anlatırken, başka bir
öyküde ortak arkadaşlarını kaybetmenin acısını anlatıyor.
Kahramanların aynı olması öykülerin farklı bir bütünlüğü
olmasını ve onlarla yakınlık kurmamızı sağlıyor.
Kitabın
en dokunaklı öyküsü Katina.
Yunanistan'da da görev yapan Dahl'ın bu öyküsünün de
otobiyografik olması muhtemel. Öyküde özellikle askerlerin
yoldaşlığı, ana-babasını Almanların öldürdüğü Katina'nın
öfkesi ve cesareti, Yunan halkının direnişi dikkat çekiyor.
Diğer öykülerden daha insani, daha dokunaklı ve daha Akdenizli.
Devletlerin, savaşların "öteki"ni düşmanlaştırma
çabalarına karşın Dahl gibi uzun süre savaşmış bir askerin
yanan bir Alman pilotunu kurtardığı, "öteki"ni insan
olarak gördüğü şu bölüm, yazarı bir kez daha sevmemizi
sağlıyor:
"Dispanser
çadırına gidip Alman'ı Doktor'a teslim ettik. Katina bir kenarda
durmuş, oğlanın yüzüne bakıyordu. Sekiz-dokuz yaşlarındaki bu
dünya güzeli kız çocuğu orada öylece durmuş, ağzını açmadan
-hatta soluk bile almadan- Alman pilota bakıyor, elleriyle
giysisinin eteklerini mıncıklayıp duruyordu. 'Bu işte bir
yanlışlık olmalı. Bunun pembe yanakları, mısır püskülü gibi
saçları, masmavi gözleri var. Onlardan biri olamaz bu. Yalnızca
sıradan bir erkek çocuğu bu işte,' der gibi bir hâli vardı
Katina'nın."
Savaşların
anlamsızca taraf yaratması, her iki tarafın askerlerini de birer
canavara dönüştürmesi, halkın daha düne kadar belki komşu
olduğuna düşman olması... Savaşa dair nefret edeceğimiz ne
varsa okuruz Dahl'ın öykülerinde.
En
tatlı kötü alışkanlık: Kumar
Roald
Dahl'ın birçok öyküsünde kumar oynayan karakterlere
rastlayabiliriz. Bunlar at yarışı, İngiltere'de çok yaygın
olan, köpek yarışı, kanasta, briç gibi kâğıt oyunları,
hiçbir şey yoksa da bahis oynama şeklinde çoğalıp gidiyor.
Özellikle yazarın ikinci kitabı Senin
Gibi Biri'nin
tüm öyküleri kumara dair.
Tat
adlı ilk öyküde bu bahis konusu önce çok masumca başlar. Ev
sahibi ve konuk arasındaki şarap tadımı üzerine çekişme
şarabın markasının bilinmesi bahsine doğru gider. Burada konuğun
bahsi kazanırsa ev sahibinin kızıyla evlenmek istemesi öykünün
doruk noktasını oluşturur. Öyle bir gözünü kör etme durumu
vardır ki bu bahislerin, ev sahibi ne karısının sert sözlerini
ne de kızının yalvarmalarını dinler. Söz ağızdan çıkmıştır
bir kere. Tabii ki bu artan gerilim gayet Roald Dahl'vari bir biçimde
ustaca savuşturulacaktır. Dahl'ın öykülerinin en önemli
özelliklerinden biri şaşırtmacalı sonları ki 1950'li yıllarda
yazılan öykülerde oldukça sık rastlanan bir üslup aslında.
Kitaptaki
Güneyli
Adam öyküsü
ilk
yayımlandığı günen itibaren birçok kişinin dikkatini çekmiş.
1948'de yayımlanan öykü Alfred Hitchcock tarafından 1960, 1979 ve
1985'te olmak üzere üç kez televizyona uyarlanmış. Yine 1995'te
Quentin Tarantino tarafından çekilen Dört Oda adlı filmin bir
bölümünü oluşturmuş. Bunların dışında sayısız radyo
uyarlamasını saymıyorum bile.
Jamaika'da
bir otelde geçen öyküde anlatıcı havuz başında gürültü
yapan Amerikalı denizcilerden bahsederken öykünün asıl kahramanı
değişik şivesi ve garip görünüşüyle kendini gösterir.
Anlatıcının tam olarak nereli olduğunu tahmin edemediği ama
güneyden bir yerden olduğunu düşündüğü bu adam Panama
şapkası, şık takım elbisesi, elinde purosuyla tam bir tatlı
hayat düşkünüdür. Purosunu yakmaya çalışırken Amerikalı
denizcilerden birinin yardım etmek istemesi ve çakmağını
övmesiyle küçük güneyli adamın gözleri ışıldamaya başlar.
Bahis oynamak için büyük bir şeye ihtiyaç yoktur bu öykülerde,
her an, her yerde, her koşulda bahse girilebilir. Güneyli adam
denizciye çakmağının on kez tutukluk yapmadan yanması üzerine
bahse girmelerini teklif eder. Eğer yenilirse kapıda duran
Cadillac'ını verecektir. Tabii ki genç asker bu teklife atlar,
anlatıcı ise bir gariplik olduğunun farkındadır ve bahsin
karşılığında askerden isteneni duyduğunda, hislerinin
doğruluğunu anlar. Güneyli adamın bahsi kaybetmesi halinde
denizciden istediği şey, bir parmağıdır!
Dahl'ın
öykülerinde her zaman olduğu gibi akıllı, mantıklı olan
kadınlardır. Denizcinin kız arkadaşı tüm bu olanlara karşı
çıkar, sevgilisini bunun bir saçmalık olduğuna ikna etmek ister
ama yine biliyoruz ki Dahl'ın öykülerinde bahis tutkunları,
durdurulamaz. Adam tüm planını yapmıştır bile.
"Şunu
cebe koyun. Simdi biz burda kuçuk oyun yapıyoruz, sizin gidip benim
icin iki, yok uç tane bir sey bulmanızı istiyorum. Biraz çivi
istiyorum, bir çekiç istiyorum, bir de dograma bıçagı
istiyorum."
Anlatıcı
şaşkınlıktan müdahale edemez, genç denizci en azından hakemlik
yapıp yapmayacağını sorunca kabul etmek zorunda kalır ve güneyli
adamın yaptığı hazırlıkları görür.
"Kendi
kendime, kim olsa bu orospu çocuğunun bunu daha önce de yapmış
olduğunu anlar dedim. Hiç duralamıyordu. Masa, çiviler, çekiç
ve et bıçağı. Neye gereksinimi olduğunu ve nasıl uygulanacağını
tam olarak biliyordu."
Roald
Dahl'ın öykülerinin sonundan bahsetmek işin bütün tadını
kaçırabilir, o yüzden anlatıcının haklı olduğunu, bu işin
çok kereler yapılmış olduğunu öykünün sonunda anladığımızı
söyleyeyim. Dahl'ın en sinematografik öykülerinden biri olan
Güneyli
Adam,
egzotik mekânı, ilginç karakterleriyle hak ettiği değeri bulmuş
diyebilirim.
Roald
Amca'dan erotik öyküler
Günler
süren Roald Dahl okuma maceramda onun o sürprizli, tatlı
öykülerine alışmışken Kancık'a
başlamam her şeyi değiştirdi. Kitaptaki tüm öyküler cinsellik
içeriyor, bazıları erotik bir tonda, bazıları oldukça farklı
fantezilerle dolu, bazıları biraz daha edepli, bazıları oldukça
edepsiz...
Son
Perde öyküsü
aslında Dahl'ın kadın ruhundan ne kadar anladığını fark
ettiğimiz bir öykü. Daha önce de belirtmiştim, öykülerin
çoğunda kadınlar aklın, vicdanın sesi, bu kez daha derinleri,
pek de bahsetmediği duyguları anlatmak istiyor yazar. Anne'in 25
yıllık evliliğinin ardından kocasının ani ölümüyle yaşadığı
yas psikolojisi, genç yaşında dul kalmanın ve hemen ardından
birbirini ardına evden giden çocuklarının yokluğuyla içine
düştüğü yalnızlık oldukça ustaca tahlil edilmiş.
"O
kadar çok kahkaha duymuş, bir sürü doğum günü, Noel ağacı,
bir o kadar da armağanın açıldığını görmüş olan
oturduğunuz oda şimdi sessiz sedasızdır, garip bir biçimde de
üşütücü gelir. Isıtılmıştır, ısı normaldir ama yine de
orası sizi titretir. Saat durmuştur, çünkü onu siz
kurmuyorsunuzdur. İskemlenin birinin bacağı eğrilmiştir, ona
bakarak oturur, daha önce neden fark etmediğinizi düşünürsünüz.
Yeniden başınızı kaldırdığınızda da siz bakmıyorken odanın
dört duvarı da üstünüze kapanmak için usul usul sürünüyormuş
gibi ani bir panik duygusuna kapılırsınız."
İşte
bu duygularla yıllar boyu içine kapanan Anne terapiye ve evden
çıkabilmek adına işe başlar. İlk kez kendini özgür, ayakları
yere basan, bağımsız bir kadın gibi hisseder ve bu duyguların
verdiği coşkuyla iş için gittiği Dallas'ta lisedeki erkek
arkadaşını arayacak cesareti bulur kendisinde.
Anne'nin
aramasıyla öyküye dahil olan Dr. Conrad Kreuger, Dahl'ın
öykülerinde hep var olan erkeklerden, kadınlar için en iyisinin
ne olduğunu bilen, kibarlıktan ödün vermeyen, iyi eğitimli bir
maço. Bu öyküde de Anne'in içtiği sigaraya, sevdiği kokteyle
karışır ve hatta jinekolog olduğu için söylediği saçma
önyargıları tıbbi nedenlere bağlamaya çalışır.
Kendisini
hayatın akışına bırakmış, yıllar sonra ilk kez hafiflik
duygusunu hisseden Anne ve Conrad'la Roald Dahl'ın cinsellik dolu
ilk öyküsüne yol alırız. Hayatında kocasından sonra ilk kez
başka biriyle birlikte olan Anne ve Conrad'ın sevişmeleri oldukça
detaylı bir biçimde betimlenir. Dillerin, kulakların, boyunların,
kılların, cinsel organların geçtiği satırlarda klasik Dahl
okuyucusu ne hisseder?
Sanki
çok iyi tanıdığımız, yaşlı bir aile dostumuzun yatak odası
hikâyelerini anlatması gibi diyebilirim. Böyle garip bir şaşkınlık
sonrası utanma, gözlerini kaçırma duygusuydu hissettiğim.
Günümüzde herhangi bir okurun yabancısı olmadığı bu tarz
öyküler yazarı nedeniyle şaşkınlık yaratıyor aslında.
Sonuçta çocukların Roald Amca'sı olarak bildiğimiz bir yazar var
karşımızda. Aslında şunu söylemeliyim ki kendisine biçilen
role sadık kalmadığı, kendisini böyle bir kimliğe
sıkıştırmadığı için hayranlık duydum Roald Dahl'a, yeniyi
aramaktan, kendini sorgulamaktan, sevdiği şeyleri yapmaktan hiç
vazgeçmemiş. Ve zaten ilk öyküdeki şaşkınlığı atlatınca
sonrası çok daha rahat okunuyor.
Roald
Dahl, kitaptaki diğer iki öykü Konuk
ve Kancık'ta
tanıştıracağı Oswald Amca karakterini çok sevmiş olacak ki
daha sonra Amcam
Oswald
adıyla bu karakteri romanlaştıracak.
Konuk
öyküsü anlatıcıya kargoyla gelen koca bir sandıkla açılır.
Oswald Amca'dan (Bu arada bu öyküde dayı olan Oswald sonradan amca
olmuş, ben amcayı tercih ettim.) gelen yirmi sekiz ciltlik defterle
dolu bir sandıktır bu. Tam bir kadın avcısı olan Oswald
yaşamayı bilen, tutku dolu bir insandır. Anlatıcı çocukken en
sevdiği ve eğlendiği akrabasının Oswald olduğunu anımsar.
Defterleri okudukça şaşıran, ama anlatılanların güzelliği ve
farklılığı karşısında delicesine bir yayımlama isteği duyan
anlatıcı avukata başvurur, avukat çoğu anının başkalarının
kişilik haklarına saygısızlık olarak görüleceği uyarısını
yaparak sadece iki öyküyü yayımlatmasına izin verir. İşte
bunlardan biri olan Konuk'ta
Oswald'ın nasıl bir çapkın olduğunu detaylarıyla okuruz. Bir
kadınla bütün geceyi birlikte geçirmediği, uyumadığı gibi,
bir daha da birlikte olmayan, burnundan kıl aldırmayan biridir
kahramanımız. Maddi konularda hiç sorunu yoktur, akrep ve baston
koleksiyonu yapar ve hastalık derecesinde titizdir. Beğendiği
kadın ister evli olsun ister bekâr, ister en yakın arkadaşının
karısı olsun, isterse yeğeninin dadısı, hiç fark etmez, Oswald
ne yapıp edecek o kadınla birlikte olacaktır.
Böyle
anlatılınca gayet itici biriymiş gibi gözüken Oswald'ın
maceralarını okudukça aslında kendisiyle dalga geçmeyi bilen
tatlı bir ihtiyar çapkın olduğunu düşünmeye başlarız. Roald
Dahl kahramanlarını okuyucuya sevdirmek konusunda çok usta bir
yazar. Hatta Oswald'ın ağzından dökülen ırkçı lafları bile
yaşadığı döneme, yetiştiği sınıfa, o dönemde politik
doğruculuk olmamasına bağlayabiliriz.
"Yatağın
üstündeki çarşafla battaniye yirmi beş yıkanmamış Mısırlı
aralıksız yirmi beş gece içinde yatmış gibiydi, ben de onları
söküp attım. (Sonra hemen antiseptik bir sabunla ovuşturarak
ellerimi yıkadım elbette.) Ve yerine kendi özel çarşaflarımı
serdim."
Oswald'ın
hijyen konularına olan takıntısından bu kadar bahsedilmesi tabii
ki Roald Dahl'ın bizi hazırlayacağı sürprizli sonla ilgili ama o
sona gelmeden evvel yine ateşli sevişme sahneleri okumaya hazır
olmak gerekiyor.
Dahl
bu kitabında oldukça cesur davranarak tabu olarak görülen,
dokunulmayan konulara girmiş. Karılarını değiş tokuş yapma
fantezisiyle yanıp tutuşan ve bunun için aylarca plan yapan iki
komşu mu istersiniz, kızını evine konuk aldığı bir yabancıya
peşkeş çektiğinin hissettirildiği değişik bir baba mı, icat
ettiği, anında cinsel duyguları uyandıracak parfümle kendi
sonunu hazırlayan kalp hastası bir ihtiyar mı ya da dev bir penise
dönüşen bir amca mı?
"Kendime
geldiğimde gül pembesi bir odada çırılçıplak duruyordum ve
kasıklarımda garip bir duygu vardı. Aşağı baktım ve sevgili
cinsel organımın doksan santim kadar uzamış, bir o kadar da
genişlemiş olduğunu gördüm. Büyümeye devam ediyordu. İnanılmaz
bir hızla büyüyüp şişiyordu, o arada bedenim büzülüyordu.
Giderek büzüldü, büzüldü, küçücük oldu. Şaşırtıcı
organım büyüdü, büyüdü ve aman Allahım, tüm bedenimi sarıp
kendi içinde yutuncaya kadar da büyümeye devam etti. Ben artık
iki buçuk metre boyunda, bir o kadar da yakışıklı, dimdik,
devasa bir penistim."
Her
şeyin başı vicdan
Çocuk
kitaplarıyla tanıdığım, çağının çocuk yetiştirme, eğitim,
disiplin anlayışına oldukça farklı bakan, ailelere, çocuklara
dikte edilenlere bir nevi başkaldıran bu yazarın farklı yönlerini
de gördüğüm, onun askerlikten, kumardan, garip bilimsel
gelişmelerden, seksten bahsettiği yetişkin öyküleriyle
karşılaştığım için kendimi şanslı buluyorum.
Özellikle
daha feminizm sözcüğünün pek kullanılmadığı, kadınların
evin huzurunu sağlamakla mükellef birer robot olduğunun
düşünüldüğü 1950'lerde maço ve baskıcı kocalardan, sesini
çıkaramayan kadınlardan söz ettiği öyküleri de anmak
gerekiyor. William
ve Mary
öyküsünde William'ın vasiyet niyetine bıraktığı mektup
anlatmak istediklerimi daha iyi açıklar belki: "Ben
gittikten sonra uslu bir kadın ol; dul olmanın bir kadın olmaktan
çok daha zor olduğunu unutma. İçki içme. Paran boşa harcama.
Sigara kullanma. Hamur işi yeme. Dudaklarını boyama. Televizyon
satın alma. Gül tarhımı ve bahçemi yazları yabani otlardan
temizlemeyi unutma. Ayrıca, artık kullanmayacağına göre,
telefonu da iptal ettirmeni öneririm."
İşte bu tip adamların narsizmini, yıllardır yaptıklarını
sonsuza dek yapacağını sanma arsızlığını aktarıyor birçok
öyküde Dahl. Tabii içine bolca hayal gücü katıp, sonunda da
özellikle kadın okuyucuları memnun ederek.
Roald
Dahl her zaman güçsüzün yanında olan bir yazar. Kim bu güçsüz
olanlar? Büyükler karşısında çocuklar, erkekler karşısında
kadınlar, insanlar karşısında hayvanlar... Hemen her eserinde
mutlaka gizli bir mizah duygusuyla, hiçbir biçimde parmağını
gözümüze sallamadan, doğrunun ne olduğunu bize hissettiriyor.
Kumarla
ilgili eğlenceli öykülerinde bile köpek yarışlarında köpeklere
yapılan eziyetleri olay örgüsünün bir yerine yerleştiriyor. Bir
Afrika Öyküsü'nde
hayvanlara zarar veren, bundan pişman olmayan, hatta yaptığını
doğru bulan bir insanın hak ettiği cezayı bulmasını sağlıyor.
Hayvanlarla
Sohbet Eden Çocuk'ta
yetişkinlerin hiçbirinin öldürülecek olmasına ses çıkarmadığı
devasa bir deniz kaplumbağasını kurtardıktan sonra insanların
dünyasını terk etmeyi tercih eden bir çocuğu anlatıyor.
Belki
de Roald Dahl'ı bu denli sevmemizi sağlayan şey bu, adalet
duygusu. Gerçek hayatta bizleri isyan etme noktasına getiren
adaletsizliklerle, haktan hukuktan uzak bir dünyada yaşıyor
olmamız en azından edebiyatta adaleti sağlayan yazarlara sıkıca
tutunmamızı sağlıyor. Dahl'ın öykülerinde kötülerin ne
olursa olsun cezalarını bulmaları, iyiye, güzele gittikçe
kaybolan inancımızı tazeliyor. Bu öyküler belki bir gün, belki
çok sonra, ama mutlaka iyilerin güçlü olacağı bir dünyaya
inanmamızı sağlıyor. Edebiyat mucizesini işte böyle yaratıyor.
Banu
Yıldıran Genç
Yazıda
adı geçen kitaplar:
Benden
Bu Kadar, Çev. Ayşe Gül Güre, Can Yayınları, 2000
Senin
Gibi Biri, çev. Tülin Nutku, Can Yayınları, 1998
Şeker
Henry'nin Akılalmaz Öyküsü, çev. Ayşe Gül Güre, Can
Yayınları, 2005
Kancık,
çev. Tülin Nutku, Can Yayınları, 1998
* Bu yazı Roman Kahramanları dergisinin Ekim 2017 tarihli sayısında yayımlanmıştır.