Kurmaca ve gerçek
arasında edebiyat
Son dönemlerde en beğendiğim
romanlar, en farklı kurgular Latin Amerika Edebiyatı'ndan çıkıyor.
Bu nedenle Siren Yayınları'nın ocak ayında yayımladığı
Kalabalıkta Yüzler'i hemen alıp okudum. Meksikalı
genç yazar Valeria Luiselli'nin yazdığı bu küçük ama bambaşka
romanı iyi ki gözden kaçırmamışım, diyorum. Politikası,
geçirdiği zor zamanları, ekonomisiyle çokça benzetildiğimiz
Latin Amerika ülkeleriyle aslında ne kadar farklı olduğumuzu, bu
benzerliğin pek de doğru olmadığını oranın romanlarını,
hikâyelerini, insanlarını okudukça daha iyi anlıyor insan.
Kalabalıkta Yüzler,
adını Ezra Pound'un yazdığı Bir Metro İstasyonunda adlı
şiirinden alıyor: “Belirişi bu yüzlerin, kalabalıkta; / Taç
yaprakları, yaş, kara bir dalda.” Başka
birçok edebiyatçı gibi Pound da bu romanın silik karakterlerinden
biri. Kitap adını bilmediğimiz anlatıcının yazmaya çalıştığı
romanla başlıyor. Bir yandan geçmişiyle hesaplaşırken
hayaletler üzerine bir roman yazan, bir yandan iki çocuğu ve
kocasıyla gündelik hayatını kotarmaya çalışan genç kadının
yazdıkları kitapta asteriksle ayrılmış bölümlerle devam
ediyor. Anlatıcı ve ana karakter, bir zamanlar özellikle üstünde
sık sık durduğu gibi genç ve güzelken, Harlem'de yaşayıp bir
yayınevi için Latin Amerika Edebiyatı'ndan keşfedilecek yazarlar
araştıran, bir parka bakan evinde siyahilerle aynı mahalleyi
paylaşan bir kadın. Arkadaşlarıyla, sevgilileriyle yaşadıklarını
bir iç dökme gibi kurgusuna aktaran anlatıcı, hemen ertesinde
kocasının yazdıklarını okuduğunu okura belirterek aralarındaki
diyalogları aktarır: “Kocam bu sayfaların bir kısmını
okumuş yine. 'Kadınlarla yattın mı?' diye soruyor.” Kocasının
metne müdahalelerini oldukça mizahi bir üslupla anlatsa da
bunlardan bıkan anlatıcı aynı anda iki roman yazmaya karar verir.
“Bir dosyadaki hikâyeyi silip başka birinde yeni bir
kurgu inşa etmek. Olanları ve olmayanları yazmak. Her çalışma
gününün bitiminde paragrafları ayırmak, kopyalamak, yapıştırmak,
saklamak ve kocanızın gelip okuyabilmesi, merakını dindirebilmesi
için bu dosyalardan sadece birini açık bırakmak. Romanın,
diğerinin adı Philadelphia.”
Böylelikle
Luiselli aslında nasıl bir roman yazdığıyla ilgili ipuçlarının
en detaylısını verir. Çünkü buraya dek metnin sessiz, bebek
kalbi gibi yoğun ve gözenekli bir roman olması gerektiğini
söylemiştir. Kalabalıktaki Yüzler'i
anlatacak en net cümle ise bu ipucundan sonra gelir: “Dikey
anlatılan yatay bir roman. İçeriden okunabilmesi için dışarıdan
yazılması gereken bir roman.”
Bu ipucu ve kitabın
nasıl olmasına dair son açıklamadan sonra yazar gerçekten de iki
roman yazmaya başlar. Buraya dek anlatıcının Harlem'deki bohem
hayatını, Latin Amerikalı yazar arayışını, şans eseri bulduğu
şair Gilbert Owen'in takıntı haline gelmesini, şiirlerini
İngilizceye Amerikalı yazar Zvorsky'nin çevirdiği yalanıyla
kendisinin çevirmesini ve yayınevine kabul ettirmesinden sonra son
anda yalanını itiraf edip işsiz kalmasını anlatmasıyla kurulan
birinci anı-roman vardı. Altmış üçüncü sayfadan itibaren
anlatıcının yukarıda söylediği gibi bir ikinci roman kurulmaya
başlar, bu da Gilbert Owen'in romanıdır ve onun ağzından
aktarılmaktadır. İşte buradan sonra edebiyat nedir, yaratıcılık
nedir, kurmaca nerede başlar, nerede biter gibi soruları kendinize
sormaya başlayabilir, eşsiz bir edebiyat şölenine tanık olmanın
zevkiyle kitabı sindire sindire okuyabilirsiniz.
İkinci romanda
Gilbert Owen'in gerçek yaşamında olmayan ama üst-anlatıcının
Owen'i daha mutlu edeceğini düşündüğü ve olmasını istediği
karakterlerle 1930'ların Amerika'sında geçen fantastik ve hüzünlü
anlara tanık oluruz. Zvorsky'yle ve Federico Garcia Lorca'yla yakın
arkadaş olan Owen'in çocuklarından ayrı kalışına, günbegün
yalnızlaşmasına ve öldüğünü düşünmesine tanık olmak bu
kurmacanın bir parçası.
İkinci
romanla beraber her iki romanın ana karakterinin birbirleriyle
karşılaşmasına da tanık oluruz ki, bunu da Luiselli birtakım
oyunlarla daha önceden okura belli etmiştir. Ezra Pound'un şiirinin
geçtiği metro istasyonunda birer hayalet gibi bambaşka yaşamlardan
birbirlerini görür Owen ve kırmızı paltolu anlatıcı kadın.
Çocuklarına yaptığı “hayaletlerle ilgili bir roman yazdığı
ama ölü olmadıkları” açıklamasının ardından Saul
Bellow'dan yaptığı alıntı da okuru oyunun içine çekmek için:
“Bir seferinde, Saul Bellow'un bir kitabında
yaşayanlarla ölüler arasında yalnızca görüş farklılığı
olduğunu okumuştum. Yaşayanlar merkezden dışarıya doğru
bakarken ölüler dışarıdan merkeze bakarmış.”
Tüm
bunların dışında her iki romanda da beliren portakal ağacı
saksısı, aniden ortaya çıkan ve sonra kuyruklarını kaybeden
kediler, yanlış evlerde bulunan notlar, büyük çocuk “ortanca”nın
garip kehanetleri gibi okura bir bulmacanın içinde olma tadını
veren ayrıntılar var. Kitabın sonu ise Valeria Luiselli'nin
yaratıcı gücünü ve Kalabalıkta Yüzler'i
nasıl ilmek ilmek kurduğunu kanıtlar nitelikte. Tabii burada
bahsettiğim bu ayrıntıların, oyunların tadı asıl olarak ikinci
okumayla çıkıyor, bunu da belirtmem gerek.
Kalabalıkta Yüzler
hakkında bugüne dek çıkan yazılarda eksik gördüğüm bir
konudan bahsetmeden geçemeyeceğim. Valeria Luiselli, eşi ve
kızıyla Harlem'de yaşayan bir yazar. Romanı ne denli
otobiyografik ögeler taşıyor bilemiyorum ama iki çocuğuna
bakarken roman yazmaya çalışan bir kadının yaşadıklarını bu
kadar gerçekçi betimlemesi beni oldukça etkiledi. Kitapta
anlatıcının ev hayatını anlattığı bölümler -benim bu yazıyı
yazmayı bırakıp az evvel oğluma köfte kızartmam gibi- yaşamın
içinden ayrıntılarla dolu. Günden güne uzaklaşılan bir koca,
sürekli ilgi isteyen bir çocuk, emzirilmesi gereken bir bebek,
sosyalleşilmesi gereken komşular, gençliğini ve güzelliğini
kaybetmiş bir beden, yazdıkça anımsanıp özlenen bir geçmiş...
Kitabın kurgusuna, iskeletinden odalarına özenle inşa edilen bir
eve benzeyen yapısına hayranlığımdan başka, Luiselli'nin
oldukça samimi bir biçimde verdiği, yaşamın zorluklarıyla baş
etmeye çalışan kadın anlatıcısı da benim için unutulmaz
olacak.
Türkçeye
çevrilmemiş parlak yazarları bulup yayımlayan Siren Yayınları'na
da, romanı ustalıkla çeviren Seda Ersavcı'ya da bu farklı,
oyunbaz ve has edebiyat için teşekkür etmek gerekiyor...
Banu Yıldıran
Genç
Valeria
Luiselli, Kalabalıkta Yüzler,
Siren Yayıncılık, 147 s.
* Bu yazı Notos'un 57. sayısında yayımlanmıştır.
"Son dönemlerde en beğendiğim romanlar Latin Amerika Edebiyatı'ndan çıkıyor" diye yazmışsınız, hangi romanlar bunlar acaba? not edip araştırmak isterim :)
YanıtlaSilİlk aklıma gelenleri ve geçen sene okuduklarımı saymak gerekirse Mario Bellatin, Alejandro Zambra, Evelio Rosero, Cesar Aira, Daniel Galera... Çok yaratıcı ve farklı buluyorum Latin Amerika Edebiyatını. İlginiz için teşekkürler :)
Sil