Yıkılan evler, atılan
eşyalar...
Ne zamandır beklediğim bir şeydi
büyük şehirlerde yaşamımızı cehennem azabına çeviren
“kentsel dönüşüm” hakkında bir şeyler okumak. Neyse ki bir
yazar, hem de mimar olan bir yazar bu ruhsuz dönüşümü kurgunun
merkezine alan bir roman yazdı da, yalnız olmadığımı hissettim.
Gamze Güller iki öykü kitabından sonra ilk romanı En Çok
Onu Sevdim'de
günlük rutinlerimizde kaybettiğimiz ince duygularla okurun kalbine
giden yolu kolayca bulabiliyor.
İncecik
bir kitap En Çok Onu Sevdim.
Uzun zamandır birlikte olan Asuman ve Mete'nin süper lüks bir
siteden alacakları daireyi görmeyi gitmesiyle başlayan romanda,
site – apartman – mahalle gibi kavramların sorgulanacağını
Asuman'ın düşündükleri aracılığıyla hemen hissedebiliyor
okur.
“Asuman
bütün korkunçlukları, çirkinlikleri, kiri pasağıyla bu evi
kirletmeye gelmiş gibi hissetti kendini. Yalnızca fotoğrafı
çekilmesi için tasarlanmış, insanı dışlayan, dekor bir ev. Bu
evin onun hikâyesine ihtiyacı yoktu. Tam tersine onu dışarıda
tutmak için kapı dışına itmeye çalışıyordu.”
Asuman ve Mete'nin süper lüks dairenin teslim tarihini beklerken
iki kira ödememek için Ankara'nın eski mahallelerinden birinde
bütçelerine uygun geçici bir ev kiralaması, romanın belkemiğini
oluşturuyor diyebiliriz. Gömme dolaplarıyla, parkeleriyle, topuzlu
kapı kolları, vitraylı camlarıyla 1950'lerden kalma seçkin
evlerden biridir bu. Geçen zamana karşı koyamamış,
yenilenememiş, eski ve köhne bir hâl almıştır. Asuman daha
görür görmez çarpıldığı bu daireyi sahiplenir. Öyle ki roman
iki koldan ilerler: Asuman'ın “ev”le arasında her geçen gün
büyüyen uyum, Asuman'ın Mete'yle arasında her geçen gün büyüyen
uçurum.
Asuman, evi sevdikçe ev de onu sever, Mete ise eskilikten,
köhnelikten şikâyet ettikçe evde terslikler yaşar. Tanrı
anlatıcı her şeyi Asuman'ın gözünden anlattığı için hızla
ilerleyen olaylarda hep onun tarafında olur okur. Mete ne kadar da
bencil bir “yuppi” olmuştur böyle, Asuman'ı neden kimse
anlamaz, eski ve güzel nesnelere değer veren kalmamış mıdır,
gibi sorularla ilerleyen okur, Asuman'ın yaşamının hızla
savruluşuna tanıklık etmektedir.
“Evde
hiç kapı yoktu neredeyse. Hepsi çıkarılmış, ahşap kemerli
kasalarla çerçevelenmişti. Odalar birbirinin içine akıyordu. Bu
akışkanlığı seviyordu Asuman. Durduğu her yerde, evin geri
kalanını da hissedebiliyordu. Bütün odalar birbirinin parçasıydı.
Zemin kaplaması kesintiye uğramadan sürüyordu ayaklarının
altında. Evin tam kalbinde durduğunda oraya ait hissediyordu
kendini. Odalardan biri, o evin çıkarılamaz, değiştirilemez
parçası gibiydi.”
Gamze Güller belli ki mimarlığının da kendisine kattığı
detaycı gözlemleri ve ince duyarlığı sayesinde okuru da
Asuman'la beraber bu eski evin hayranı durumuna getirecek denli usta
bir anlatıcı. Çiftin kopuşunu usul usul ama şüpheye yer
bırakmayacak biçimde aktarıyor. Asuman'ın ruhunda kopan
fırtınaları, ilişkisinin geldiği durumun verdiği acıyı
teselli edecek tek şey durumuna geldiğinde “ev”, okur aslında
yaşanan sürecin çok da mantıklı olmadığını idrak etmeye
başlıyor. Anlatıcının tamamen Asuman'ın tarafında olduğu
roman sonlara doğru okuru ters köşeye yatırarak nesnel bir bakışa
yöneliyor. Ve o zaman okur Asuman'ın ne zaman bu kadar değiştiğini,
ilişkinin başında Mete'de ne bulduğunu sormaya başlıyor
kendine.
Bana
biraz da rahmetli Cahide Birgül'ü anımsatan bir biçimde sürprizli
bir kurguya sahip En Çok Onu Sevdim.
Gamze Güller bu kurguya Asuman'ın duygularını da, eski bir evin
yaşanmışlığını da, bir kentin değişmemesi gereken dokusunu
da ustaca yerleştirmiş. Bazı terimlerde yazarın mesleği fazlaca
hissedilse de bu okuru çok rahatsız etmiyor.
“İçeri
girerlerken Bayram'ın sindiği ağacın arkasından onlara baktığını
biliyordu. Ve birkaç gün sonra, alttaki dairelerden birine buradan
tırmanarak hırsız girdiği için erik ağacını kesmekten beter
edip budayacaklarını.” Doğrusal
bir zaman akışına sahip romanda bunun kesildiği tek yer bu
alıntıda anlatıcının önceden ağacın kesileceğini bildirdiği
yer. Romanın kurgusunda ve anlatıcının tavrında bu geçişe pek
de gerek yokmuş denebilir, çünkü ağacın kesilmesinden olay ânı
geldiğinde de bahsediliyor.
Romanda
mekân-insan ilişkisinden başka birbirine karşı açık olamayan
iki sevgilinin ilişkisi,
mecburiyetten yapılan iş arkadaşlığı, apartmanlarda yeni ve
kiracı olanla eski ve ev sahibi olanın gergin komşuluğu, emekli
asker tadındaki yöneticilerle her fırsatta aşağılanan
kapıcıların alt-üst ilişkisi gibi yaşama dair birçok ilişki
okurun gözleri önüne serilmekte. Yazarın çok fazla anlatmadan,
birkaç detayla, birkaç sözcükle bu ilişkileri betimlemesi
öykücülükten geldiğinin en güzel kanıtlarından biri.
Zevkle
okunan, eşyalara bir başka gözle bakmayı sağlayan, akıcı dili,
farklı kurgusuyla okunmaya değecek bir roman En
Çok Onu Sevdim.
Banu Yıldıran Genç
Gamze
Güller, En Çok
Onu Sevdim, İletişim
Yayınları, 131 s.
* Bu yazı Notos'un 55. sayısında yayımlanmıştır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder