"Zarafa'nın öyküsü
başlangıcından sonuna dek en tuhaf ve aykırı rastlaşmalarından
biridir; Afrika köle ticaretinin Avrupa Aydınlanması ile buluşması
kadar karmaşık, Beyaz ve Mavi Nil'in ana ırmağa varmak için
yarışması kadar aldatıcı basitliktedir." Michael
Allin
Hayatımda bir kere sirke gittim,
oldukça da büyüktüm, karnımda çocuğum vardı. Yaşamımdaki en
büyük pişmanlıklardan biridir o ortamı, uyuşturulmuş,
gözlerinin feri yok olmuş hayvanları görmek. Bir daha gitmeme
kararı aldım. Üç sene önce gezme fırsatı bulduğum dünyanın
en büyük hayvanat bahçelerinden biri olan London Zoo hakkında ne
düşünmem gerektiğine ise hâlâ karar verebilmiş değildim, bu
kitabı okuyuncaya dek! Emir Kusturica'nın Underground
filminin başında savaşta bombalanan bir hayvanat bahçesi vardır.
Toz duman içinde dolanan filler, çığlık çığlığa bağıran
maymunlar, filmin en acı sahnelerinden birini canlandırmaktadırlar.
Fransız Devrimi'nde de, Birinci ve İkinci Dünya Savaşı'nda da,
Bosna Hersek Savaşı'nda da hiçbir suçları olmamasına rağmen
hayvanlar şiddetin kurbanları olmuşlardı. Tüm bunları bilmek
yeterince üzücüyken, bebekken kaçırılıp bambaşka bir
coğrafyaya gönderilen zürafanın öyküsünü okumak yaşamım
boyunca bir daha hayvanat bahçesine de gitmeme kararı almama neden
oldu.
Michael Allin, Zarafa
adlı anlatısında Paris'in en büyük doğa bahçelerinden biri
olan Jardin des Plantes'a yapılan büyük bir yolculuğu anlatıyor.
Bebekken Afrika'nın savanlarında yakalanan, önce Nil nehrinde,
sonra Akdeniz'de olmak üzere aylarca gemi yolculuğu yapan,
Marsilya'dan Paris'e yürüyerek giden "armağan Zarafa"nın
yolculuğu...
Zarafa bir belgesel anlatı. Bir yandan
Afrika topraklarında doğmuş yavru bir zürafanın yolculuk
hikâyesini okurken bir yandan da arka planda tüm sömürgeci
zihniyeti, savaş planlarını, çıkar hesaplarını görüyorsunuz.
Yazar, Zarafa adını verdiği zürafanın öyküsünü okurlara
aktarmadan önce, armağan ya da ticaret adı altında antik bir
uygarlığın elbirliğince nasıl yağmalandığını gözler önüne
seriyor. Antik Mısır'ın yüzyıllar boyunca çeşitli ülkeler
tarafından nasıl bir talana uğradığının öyküsü de
diyebiliriz aslında Zarafa için.
Romalıların İskenderiye
Kütüphanesi'ni yakmalarıyla başlayan bu talan, Araplar tarafından
yakılan İskenderiye Feneri'yle devam eder. Ama asıl yağma ve
hırsızlık Avrupa Aydınlanmasından sonra Napolyon'un Mısır
Seferiyle başlayacaktır ki, bugün Avrupa'daki birçok müze bu
tarihten sonra kaçırılıp fütursuzca satılan antik eserlerle
doludur. Aydınlanmış Avrupa tabii ki sadece arkeolojik
kalıntılarla doymayacaktır, Afrika'dan kaçırılan, yollarda
telef olan, içleri doldurulup sergilenen filler, hipopotamlar,
zürafalar da talanın bir parçasıdır.
Napolyon'un askerlerinin eğittiği
Kavalalı Mehmet Ali Paşa anlatının baş karakterlerinden biri
sayılabilir çünkü Zarafa'yı Fransızlara hediye etmekteki
kararlılık onundu. Mısır Valiliğiyle yetinmeyip Osmanlı'ya
başkaldıran Mehmet Ali Paşa, bu değerli ve biricik armağanı
Fransa kralı X. Charles'a müttefiki olması için gönderiyordu.
Paşa'nın uzmanlık alanı 2 milyona yakın insanın yaşamını
karartan köle ticaretiydi, Batı Aydınlanması ve uygarlık tarihi
konusunda inatçı bir cehalet sergiliyordu. Bu cehaleti paraya
dönüştüren ise başkonsolosu Drovetti'ydi. Bugün 5000 parçayı
geçen koleksiyonuyla bilinen Drovetti, köy muhtarlarına kadar
uzanan bilgi ağıyla tüm Avrupa'ya yılandan antiloba, papirüsten
mumyaya Mısır'la ilgili her şeyi satmaya başlayan kişidir.
Michael Allin, Zarafa'nın yolculuğunu
da en başından anlatmaya başlar. Drovetti'nin fikir babası olduğu
bu armağan, özenle yolculuk etmelidir. Beslenmesinden, yolculuk
tarifine kadar her şey kayıtlıdır ve yazar, ustalıklı bir
kurguyla bunları zaman zaman anlatıya dahil etmektedir. Daha önce
Osmanlı sultanına gönderilen bir zürafa yolda açlıktan telef
olmuştur. Bu nedenle Drovetti ısrarla armağanın yerine ulaşması
için gereken düzenlemeleri bildirir, bu emirlerde çıkar hesabı
olduğu kadar gören herkesi kendine hayran bırakan Zarafa'nın
büyülü etkisi de vardır.
Zarafa yola çıktığında yanında
kendisiyle aynı yaşlarda ikinci bir zürafa -ki hasta olan bu
hayvan da İngiltere'ye gönderilecek ve 2 yıl sonra ölecektir-,
süt annesi inekler, Drovetti'nin yardımcısı Hasan ve bakıcısı
Arap Atir vardır. Zürafalar için özel olarak hazırlanan
ambarıyla bir gemiye bindirilecek ve önce İskenderiye'den
Marsilya'ya gidilecektir. Marsilya'dan Paris'e giderken bu kafileye
zoolog Saint-Hilaire de katılacaktır.
Zarafa'nın asıl yolculuğu
Marsilya'da başlar çünkü Paris'e nasıl gideceği belli değildir
ve kışı orada geçirmesi gerekir. İşte orada geçirdiği aylarda
Zarafa tam bir masal kahramanına dönüşür çünkü gören herkes
bu uzun boylu hayvana gönlünü kaptırır. Cana yakınlığı,
zarif hareketleri, yanındaki atları ve inekleri sahiplenmesiyle tam
bir sevecenlik örneğidir. Gerek Marsilya Valisi'nin gerekse
Saint-Hilaire'in mektuplarında Zarafa'nın son derece uysal, insan
canlısı ve uslu bir zürafa olduğu çok kez tekrarlanır.
Neredeyse bir ev hayvanıymış gibi
sahiplenilen ve sevilen Zarafa, anlatı ilerledikçe okura da
kendisini sevdiriyor. Bu doğal olmayan yolculuk, bebekken annesinden
kopartılması, yalnız kalmak zorunda olması ne kadar trajikse, bu
derece sevilip sahiplenilmesi, onu düşünen ve kollayan insanlarla
yolculuk etmesi de o kadar sevindirici geliyor okura.
Saint-Hilaire adına yaraşır bir
iyilikle, kendi sağlığını bozmayı bile göze alarak Zarafa'yı
en uygun şekilde yürüterek Paris'e getirir. Hatta alışık
olmadığı iklimde üşümemesi için iki parçalı muflon bir
yağmurluk diktirip giydirir Zarafa'ya. Paris'e ulaştıklarında
yolculuk boyunca güçlenmiş, uzamış ve insanlara alışmış bir
Zarafa vardır artık.
Avrupa'nın dört yüzyıl aradan sonra
gördüğü bu dişi zürafa tam on dokuz yıl boyunca Parislilerin
sevgilisi olmuş, hatta Balzac onun için bir öykü yazmış,
Gustave Flaubert onu görmek için çocukken Paris'e yolculuk
yapmıştır. Parisli kadınların saçları zürafa tarzı
topuzlarla donatılmış, porselen tabak ve fincanlara Zarafa ve
bakıcısı Atir'in figürleri işlenmiş, Fransa'yı tam anlamıyla
bir "zürafamanya" sarmıştır. İşte bu sevgi, "En
azından," dedirtiyor biz okurlara, "en azından
öldürülmemiş, sevilmiş." Ölene kadar bakıcısı Atir'le
kalmış Zarafa, Atir iki kat yukarıda hazırlanan yatağına
yattığında, Zarafa'nın iri gözlerine bakarak uyumuş.
Bugün doğal tarih müzesi olan La
Rochelle'e gidecek olursanız öldükten sonra doldurulmuş Zarafa'yı
merdivenlerde size bakarken görebilirsiniz. Ben bu kitabı okuduktan
sonra onun sadece hayallerimde yaşamasına izin vermeyi tercih
edeceğim sanırım. İri gözleriyle şaşkın, atlarla arkadaşlık
kuracak kadar sevecen, yabancıların yanında sütünü içemeyecek
kadar utangaç bir kız; Zarafa.
Michael Allin, ince ayrıntılarla
oldukça sağlam bir kurgu yaratmış anlatısında. Metne eklenen
alıntılar, resimler, haritalar dikkatle seçilmiş. Aslında yazar,
Zarafa'nın peri masalına benzeyen ve neyse ki mutlu sonla biten
yolculuğunu anlatırken bambaşka bir gerçeğe de değiniyor.
Dünyanın ne denli korkunç bir tarihe sahip olduğu ortaya çıkıyor.
Görüyoruz ki insan elini değdirdiği her yeri yok ediyor.
Günümüzde de devam eden bu talanı durdurmanın tek yolu ise
doğayı sevmekten geçiyor. Umalım ki sanat ve edebiyat en azından
bu sevgiyi yaşatmaya devam edebilsin. Böylesi anlamlı bir kitabı,
yetkin bir çeviriyle yayımlayan Notos Kitap, edebiyatın yaşamdaki
rolüne büyük bir katkıda bulunuyor.
Not: Zarafa'nın öyküsü animasyon
bir film olarak Fransa'da vizyona girdi. Umarım yakında burada da
izleriz.
Banu Yıldıran Genç
Zarafa, Notos Kitap, Ocak
2012, 189 s.
* Bu yazı Radikal Kitap ekinde 30 Mart 2012'de yayımlanmıştır.
* Bu yazı Radikal Kitap ekinde 30 Mart 2012'de yayımlanmıştır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder