Tarihin Gerçekliğinden
Edebiyatın Kurgusuna...
“Salamina Askerleri”, İspanya'da
2001 yılında yayımlanmış, aylarca en çok satanlar listesinde
kalmış, 2003'te sinemaya uyarlanmış, oldukça önemli bir roman.
Türkiye'de çok satanlar listesine girmesi pek mümkün olmasa da
gerçek bir edebiyat eseri olarak keşke her iyi okurun
kütüphanesinde bulunsa çünkü tarihi bir roman nasıl yazılır,
bir roman nasıl kurgulanır sorusuna oldukça etkili bir yanıt
olacaktır. Javier Cercas bu romanda başarılı olamamış bir yazar
olarak kurguladığı kendisini anlatıcı seçmiş, birinci tekil
kişiyle yazıldığı için yazarın yaşadığı tüm çelişkileri
içten bir biçimde okuyabiliyoruz.
Salamina Savaşı, MÖ 480'de Pers
donanmasının Yunanlılar tarafından bozguna uğratıldığı bir
savaş. Romanın adını aldığı “Salamina Askerleri” kavramı
ilk kez bir röportajda geçiyor. İspanyol İç Savaşının önemli
isimlerinden Rafael Sánchez Mazas'ın oğluyla yapılan röportajda
geçen bu ismi duyup ilgilenen anlatıcının araştırmaları
ilerledikçe birkaç kez daha duyarız. Mazas, yıllar evvel başından
geçen mucizevi olayı anlatan bir roman yazacağını ve romanın
adını “Salamina Askerleri” koyacağını söylemiştir. İşte
elimizdeki kitap Mazas'ın hiçbir zaman yazmadığı bu roman
değilse de o ilginç olayı temel alan bir araştırmaya girişmiş,
bunu ustalıkla kaleme dökmüş Javier Cercas'ın “Salamina
Askerleri”dir.
İspanya İç Savaşı hakkındaki bu
kitabı ve karakterleri anlayabilmek için okurken bir yandan da
tarihi araştırma yapmak en doğrusu. Ana karakter olan Rafael
Sánchez Mazas soylu sayılabilecek bir aileden gelen bir edebiyatçı,
aynı zamanda ilk falanjistlerden sayılıyor. Falanjistlerin açtığı
yoldan ilerleyen milliyetçilerin iç savaşta cumhuriyetçileri
bozguna uğratmalarıyla yönetime geçen General Franco ve 36 yıl
süren faşist diktatörlüğünü iyi kötü hepimiz bilmekteyiz.
Burada yazar birçok kez Falanj hareketiyle milliyetçiliğin farkını
vurguluyor ki bu, Mazas'ı anlayabilmemiz için oldukça önemli.
Rafael Sánchez Mazas, Falanj
yasaklandıktan sonra bir yıl orda burda saklanır, daha sonra
cumhuriyetçiler tarafından tutuklanır. Birçok milliyetçiyle
beraber götürüldükleri bir tapınakta kurşuna dizilir, fakat
şans eseri ormana doğru kaçar. Saklanırken bir cumhuriyetçi
asker tarafından bulunur ama ele verilmez. İşte onun yaşamının
da elimizdeki romanın da kilit noktası bu “ele vermeyiş”tir.
Mazas, yine kaçar ve birkaç hafta “ormandaki dostlarım” dediği
köylü gençler tarafından saklanır. Savaşın son haftalarında
gerçekleşen bu olaylar, cumhuriyetçilerin savaşı kaybedip
Franco'nun diktatörlüğü ele almasıyla son bulur. Bu arada Mazas
kurtulmuş, hatta Franco hükümetinde bakanlık bile yapmıştır.
Başından geçen bu mucizevi olayı herkese her yerde anlatmakta,
ormandaki dostlarını bulacağını, bu olayın romanını
yazacağını söylemektedir. Mazas, bunların hiçbirini yapmaz.
Politikadan sıkılır, bir süre sonra da kabuğuna çekilir.
Aynı zamanda bir gazeteci olan 40'lı
yaşlardaki, boşanmış, iki roman yazıp başarısız olmuş,
babasını yeni kaybetmiş, depresif yazarımız, Mazas'ın oğluyla
yaptığı röportajdan sonra bu olayı araştırmaya başlar.İlk
başlarda Mazas'tan hoşnutsuzlukla bahseden yazar, kurtulma
hikâyesinin uydurma olduğuna inanmakta, Falanjistlerin yol
açtıklarından nefret etmektedir. Fakat önce ailesiyle, daha sonra
ormandaki dostlarıyla yaptığı sohbetler, bulduğu Mazas'ın el
yazısıyla dolu defter ve aylarca süren araştırması bir süre
sonra yazarın tavrının değişmesine yol açar. Mazas romanın
başında bir tipken, zamanla karaktere doğru evrilmeye başlar.
Salamina Askerleri
İkinci bölüm, kurgu içinde kurgu
diyebileceğimiz, yazarın gazete için yazdığı “Salamina
Askerleri” araştırmasından oluşuyor. 70 sayfa süren bu bölüm
elimizdeki kitabın okunması en zor bölümü sayılabilir çünkü
tamamen araştırmaya dayalı bilgilerin verildiği, tarihlere ve
olaylara referans veren, bir süre sonra karışmaya başlayacak
birçok isimden oluşuyor. Ayrıca bölümün içinde başka hiçbir
başlığın olmaması, bir sayfa süren uzun cümleler ve
paragraflar da okuru zorluyor. Fakat bu bölümün her şeye değen
yanı, Javier Cercas'ın yaratıcı yazarlık derslerine konu
olabilecek bir biçimde, araştırılan bir başlığın,
söyleşilerin, belgelerin nasıl harmanlanıp, kurgulanıp tarihi
bir anlatı biçimine getirilmesine tanıklık etmek! Bu bölüm bir
roman değil, tarihi bir anlatı, bu nedenle yazar yaşam öyküsü
olarak başlayan metne, araştırma sonuçlarını katarak bir
varsayıma ulaşıyor. Mazas'ın kurtulma hikâyesine pek de
inanmadığını kendince sebeplerle açıklıyor.
Sánchez Mazas'la onu ele vermeyen
askerin bakışmalarının anlatıldığı iki sayfalık bölüm,
savaşın anlamsızlığını ortaya koyan önemli metinlerden biri
sayılabilir:
“Asker Sánchez Mazas'a bakıyor;
Sánchez Mazas da bakıyor, ama gözleri bozuk olduğundan, gördüğü
şeyleri idrak edemiyor: askerin ıslanarak yapışmış saçlarının,
geniş alnının, yağmur damlacıklarıyla bezenmiş kaşlarının
altındaki bakışlarında ne merhamet, ne nefret, ne de küçümseyiş
ifadesi var, sadece gizli, derin bir kayıtsızlık, acımasızlığın
çok yakınında duran bir şey, sağduyuyu reddeden ama içgüdüsel
de olmayan, kanın kendi mecrasında akıp gitmesini, yerkürenin o
yerinden oynatılamaz yörüngesine çakılmasını, bütün
varlıkların içine nüfuz edilemeyecek ölçüde kaskatı kesilmiş
hâllerinde mıhlanıp kalmalarını sağlayan o aynı kör ayak
direyişle varolabilen bir şey var o kayıtsızlığın içerisinde,
akan suyun kayadan sıyrılıp kurtuluşu gibi sözcüklerden sakınıp
kaçan bir şey, çünkü sözler sadece söylenmek için sarf
edilir, sadece söylenebilecek olan şeyi, bizi yönlendiren,
yaşamamızı sağlayan, bizi ilgilendiren şeyin dışındaki her
şeyi söylemek için, biziz o, o isimsiz, o bozguna uğramış
asker, o şimdi vücudu büsbütün toprağa, hendeğin kahverengi
suyuna karışmış olan adama bakıyor, bakışlarını ondan
ayırmadan yukarıya doğru var gücüyle bağırıyor: 'Kimse yok
burada!'”
Stockton'daki Buluşma
Üçüncü bölüm romanın en
etkileyici kısmı. Kahraman kimdir, sorusuna yanıt arayan bu
bölümde Latin Amerika edebiyatının en önemli yazarlarından biri
olan Roberto Bolaño bir roman karakteri olarak ortaya çıkıyor.
Yazarın araştırmasından sonra nedensiz bir biçimde tekrar
girdiği depresyon, onun gazeteden bir süre uzaklaşıp farklı
şehirlerde gezerek röportajlar yapması fikrini doğurur. İşte bu
röportajlardan birini Bolaño'yla yapacak ve Sánchez Mazas yine
hayatına girecektir. Bolaño'nun tanıdığı bir eski asker olan
Miralles'i anlatmaya başlaması, yazarın aslında araştırmasından
tatmin olmadığını anlamasını sağlayacak ve Miralles'in peşine
düşecektir.
Yine bu bölümde roman tarihinin
unutulmaz karakterleri arasına girecek birisi de Miralles. Mazas
için şöyle diyor yazar ikinci bölümde: “Yücelttiği şeyler
bağlılık, cesaret gibi eski değerlerdi, hayata geçirdiği ise,
sadakatsizlik ve korkaklık...” İşte Mazas ne kadar kaypaklığı,
korkaklığı, unutkanlığı ve şansıyla anti-kahramansa, Miralles
de o kadar kahramandır. Fakir bir köylüdür, askerlikten başka
yapacak şeyi yoktur, hiç bilemediği, anlayamadığı şeyler
uğruna aylarca Afrika'dan İspanya'ya kadar savaşmış ve de
kaybetmiştir. Bastığı mayın yüzünden sol tarafı parça parça
olup yeniden dikilmiş, savaş sonrası kendisine Fransa'da yeni bir
hayat kurmaya çalışmıştır. Mazas'la manastırdaki
karşılaşmalarını konuşmak üzere kendisini bulan anlatıcıya
anlattıkları ve yaşattıkları belki de elimizdeki romanın
oluşmasını sağlayan en önemli etkendir.
Miralles, huzurevinde Mazas'ın kaçtığı
günleri anımsamaya çalışırken “Kahramanlar, ancak
öldüklerinde ya da öldürüldüklerinde kahraman olurlar. Yaşayan
kahraman yoktur.” diyerek yaşamasına lanet okurken, o kadar
etkileyici bir biçimde anlatılır ki hüngür hüngür ağlamaya
başlaması, yara izlerinden akmaya başlayan gözyaşlarının
betimlenmesinin gerçekliği karşısında boğazınızda oluşun
koca bir yumru ve yüreğinizdeki savaş karşıtlığıyla devam
edebilirsiniz ancak okumaya: “Biliyor musunuz, kimse hatırlamıyor
onları. Hiç kimse. Neden öldüklerini, neden bir eşlerinin, bir
çocuklarının, güneş gören bir odalarının olmadığını bile
hatırlayamıyor kimse. Uğrunda dövüştükleri insanlar onları
hatırlamıyorlar. Boktan bir ülkenin perişan bir kasabasında,
onlardan herhangi birisinin adını taşıyan sefil bir sokak bile
yok, hiçbir zaman da olmayacak. Anlıyor musunuz? Anlıyorsunuz,
değil mi? Ah, nasıl unutabilirim onları ben? Hepsini hatırlıyorum.
Lela, Joan, Gabi, Odena, Pipo, Brugada, Gudayol; hepsini... Nedenini
bilmiyorum ama, onları düşünmeksizin geçirdiğim tek bir gün
olmadı hayatımda.”
Yazar, Miralles'in yanından
ayrıldığında, istediği sözcükleri onun ağzından duyamasa da
artık romanının hazır olduğunu hisseder. Eksiğin ne olduğunu
bulmuştur. Hayaller ve belki de sanrılar içinde İspanya'ya trenle
geri dönerken, yazacağı romanın ilk cümlelerini kurmaya başlar
kafasında. Bu cümleler “Salamina Askerleri” kitabının,
elimizdeki kitabın ilk cümleleridir. Javier Cercas kitabın sonuyla
başını böylesine yaratıcı bir biçimde birleştirirken, son
sayfada yazarın cama yansıyan görüntüsü de yerini çöllerde
savaşan bir askere bırakmaktadır.
Gerek dili, gerek konusu, gerekse
farklı kurgusuyla, savaşın ve askerliğin acısını okura
hissetirmesiyle son dönemlerde yayımlanmış, okunması gereken en
önemli romanlardan biri “Salamina Askerleri”. Ne kadarı kurgu
ne kadarı gerçek, bilemeyiz, çok da önemli değil, kitapta
Bolaño'nun da dediği gibi “İyi hikâye gerçek hikâyedir, en
azından onu okuyan için. Bunun dışındaki hiçbir
değerlendirmenin de önemi yoktur zaten.” Bu kitabı Türkçeye
çevirmeyi akıl edip, zor çevirinin altından ustalıkla kalkan ve
önceden kendi imkanlarıyla yayımlatan Gökhan Aksay'a ve kitabı
yeniden basan Jaguar Kitap'a kendi adıma teşekkür ederim.
Banu Yıldıran Genç
Salamina Askerleri
Javier Cercas
çev: Gökhan Aksay
230 s. Jaguar Kitap
* Bu yazı Agos'un Kitap/Kirk ekinin Aralık 2012 sayısında yayımlanmıştır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder