Kadınların cehennemine dair...
Neredeyse on yıldır beklediği roman
çıkınca heyecanlanıyormuş insan. Murat Uyurkulak'ın 2010
yılından beri bazı röportajlarında yazdığından bahsettiği
Merhume'nin yayımlanacağını önce transfer olduğu April
Yayınevi'nin tvit'inden öğrendim. Bunca yıl beklenir de hemen
alınıp okunmaz mı, tabii ki okunur. E kitaplarla azıcık haşır
neşir olan insan mahalle komşusu yazarın son romanı hakkında
yazmak isemez mi, tabii ki ister.
Nilgün Marmara şiiriyle başlayıp
Didem Madak şiiriyle biten, ana karakteri bir kadın olan, kadınlara
yapılan eziyetler, işkencelerle ilerleyen, “kızkardeşlik”
hissiyle son bulan bir roman Merhume. Romanda iyi erkek
karakter neredeyse yok, olanlar da ya eşcinsel ya trans diyebiliriz
aslında. Uyurkulak her zaman ezileni, görünmeyeni anlatmayı
tercih etmiştir ama ilk kez bu romanda lgbti bireyler bu kadar öne
çıkıyor. Hatta Türk edebiyatında Mehmet Murat Somer'den sonra
ilk kez yer verildiğini gördüğüm travesti karakterin, Şevket'in
günlük tuttuğu özellikle belirtildiğinden, baştaki ve sondaki
şiirler onun günlüğünden alıntılandığından, insanda sanki
eksik anlatılmış gibi bir his bırakan bu karakterin hikâyesini
daha sonra okuyabiliriz belki diye düşündüm.
Kısa bir süre sonra öleceğini
öğrenen edebiyat eleştirmeni Evren Tunga'nın yaşamını
anlattığı kasetlerin çözümü, romanın birinci kısmını;
kasetleri çözmesini istediği ve bir zamanlar eleştirisiyle
hayatını mahvettiği yazar Yusuf Sertoğlu'nun defterleri ikinci
kısmı oluşturuyor. Evren'in anlattıkları kaset yüzleri gibi
1-A, 1-B gibi bölümlendirilmiş ve birçok bölüm romandan kopuk
bir biçimde Tezgel Arif Efendi'den alıntılar ya da tarihi
hikâyelerle başlıyor. Anlatılanlar arasında Alper Kenan ve
arkadaşlarının hikâyeleri de var ki, bir süre apayrı
kulvarlarda ilerleyen bu bölümler romanın ortalarına doğru
ustaca bağlanıyor. Fakat Tezgel Arif Efendi ve diğerleri için
aynı şeyi söyleyemeyeceğim, insan okudukça “gerek var mıydı”
diye düşünmeden edemiyor. Önceden yayımlandığını bildiğim
iki öykü var romanda. Gülsüm'ün trajik hamile kalış hikâyesine
daha önce Bazuka'da da yer vermişti Uyurkulak ki okuyanın
bu dünyaya lanet etmesiyle sonlanan, Evren'i daha iyi tanımamızı
sağlayan bir metin. Diğeri Munathan Mungan'ın hazırladığı Bir
Dersim Hikâyesi'nde yer alan Kaju. Bağlamdan kopuk, tam olarak
nereye koyacağımızı bilemediğim parçalardan biri Kaju'ydu
mesela, bir okur olarak gerekliliği sorgulanacak metinlerden biri.
Kitap genellikle gündelik dille
yazılmış, yapacağım değil yapıcam, bir değil bi gibi. Ana
karakterleri serseriler, sarhoşlar, fahişeler olunca bol bol da
küfürün olması da normal sanırım. Birkaç sitede yer verilen
Merhume'ye dair eril dil eleştirisi sadece küfürle ilgili
değil, roman boyunca kadınların yaşadıkları -tecavüzler,
dayaklar, uzun uzadıya anlatılan ensest, şiddetin bağımlılığıyla
sarhoş olmuş erkekler, sallanan penisler- bir hayli zorluyor
insanı. Hele bir de gerçek yaşama bu kadar benzer olunca, aşırı
doz ilaç almış gibi hissediyor insan.
Biz okur olarak elbette kurgudan kopuk
parçalardan, eril dilden ve maşizmden, tepemizde sallanan
erkeklikten rahatsız olabiliriz. Murat Uyurkulak da usta bir yazar
olarak romanının sonunda tüm bu eleştirileri peşinen bir
karakterine yaptırarak bize göz kırpabilir. Okurunu tanıyan bir
yazar olarak bu dilin insanları rahatsız edeceğini de, Tezgel Arif
Efendi ve diğer parçaların gereksiz görüleceğini de Yusuf Sertoğlu karakterine söyletmiş, kasetlerin sahibi Evren Tunga'ysa
tüm bu eleştirilere ağır bir küfürle cevap vermiş ve
Sertoğlu'nu kovmuştur. E öyleyse biz okurlara da Tunga'nın
seçimine saygı duymak düşer.
Tol'dan ve Har'dan
Uyurkulak'ın kıvrak dili, alegoriyi, sonradan uçları birleşen
sarmal hikâyeleri sevdiğini biliyoruz, fakat bu romanın girişinde
özellikle okunması zor, anlaması karışık bir dille başlamış,
sanki “bu sınavı atlatan okuyucu okusun romanımı” demiş. Bol
Osmanlıcalı, serbest çağrışımlı ilk 30 sayfanın ardından
bildiğimiz Murat Uyarkulak hınzır gülümsemesiyle bekliyor bizi.
Öncelikle iki ana karakterin isimleriyle başlıyor oyuna, Evren
Tunga ve Alper Kenan, bu topraklarda doğup büyümüş, eğitim
görmüş insanların unutamayacağı isimlerin karışımı. Bu iki
karakterin yaşadığı zaman belirsiz, mekân aynı. Üç Gezi
ayaklanması, on üç darbe atlatılmış, dükkân duvarlarında,
okullarda, parada Ulu Önder'in yanına Uzun Önder eklenmiş ama
hiçbir şey değişmemiş. Evren Tunga'nın mutlu bir kız çocuğu
olarak başladığı yaşamında çektikleri, okulda öğretmen
tacizleri, annesinin müşterilerinin tacizleri, edebiyat dünyasının
ağır abilerinin tacizleri, tecavüzler burada doğup büyümüş
her kadının boğazına yumru gibi oturacak cinsten. Özellikle
Evren'in kendisini keşfetmesini sağlayan ilk sevgilisi Zehra'nın
devlet tarafından önce hapsedilip sonra diri diri yakılmasının
anlatımı kitaba bir süre ara vermeyi gerektirtecek denli duygusal.
Sonuç olarak polis aynı polis, asker aynı asker, erkek aynı
erkek.
Murat Uyurkulak'ın kendisinden
okurlarının Tol'cu ve Har'cı olarak ikiye
ayrıldığını duymuştum. Ben hâlâ Tol'cuyum, yine de
Merhume'yi okuduğumda yazarın dilini, anlatımını özlemiş
olduğumu anımsadım. Biraz ağır başlayıp hızlı biten bu
romanın sonunda da Tol'da hissettiğim o “İntikam soğuk
yenen bir yemektir.” duygusunu hissettim.
Tüm bunların dışında arada bir
girip çıktığı twitter'da kendisiyle ilgili iyi-kötü tüm
eleştirileri paylaştığı, moda tabirle rt ettiği için bir
teşekkürü hak ediyor Murat Uyurkulak. Çünkü edebiyat dünyamız
şu ara maalesef bu olgunluğu gösteremeyen, sadece övgü rt eden,
en ufak bir eleştiriyi görmezden gelen yazarlarla dolu.
Banu Yıldıran Genç
Merhume, Murat Uyurkulak
April Yayıncılık, Şubat 2016, 317
s.
* Bu yazı sanatatak.com sitesinde yayımlanmıştır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder