1936'dan 1947'ye Bir
Almanya Panoraması...
Alfa Yayınları özellikle polisiye
serileriyle 2015 yılına hızlı bir giriş yaptı. Yılı
bitirmeden önce Philip Kerr'in Dedektif Bernie Günther serisini
okumaya karar verdim. Şu ana kadar sekiz kitabı yayımlanan serinin
ilk üçü Berlin Noir olarak geçiyor.
Gündemin, ölümlerin altında
boğulduğumuz şu günlerde biraz kafamı dağıtayım, hafifleyeyim
diye başladığım bu polisiye serisi bırakın hafiflemeyi daha da
daralmama, hatta bazen soluksuz kalmama neden oldu aslında. İlk
kitap Mart Menekşeleri, 1936 yılında Berlin'de geçiyor.
Ana karakter Bernie Günther bir dönem polislik yapmış, Nazi
Partisi'nin iktidarıyla birçok şeyin değişeceğini öngördüğünden
istifa edip dedektif olmuş, vicdanlı, iyi bir adam. Çok gençken
İspanyol gribinden öldüğünü öğrendiğimiz karısından başka
ailesine dair hiçbir şey bilmiyoruz.
Ünlü işadamı Hermann Six'in
Günther'i, kızı ve damadının ölümünü ve kasadan çalınan
mücevherleri araştırması için tutmasıyla başlayan Mart
Menekşeleri, adını Nazi Partisi'nin başına Hitler geçtikten
sonra partiye çıkarları için katılanlardan alıyor. Kitabın
adının politikliğinden de anlayacağımız gibi, silah zoruyla
götürüldüğü evde işi kabul etmekten başka pek de şansı
olmayan Günther, ölümleri araştırdıkça bunun hırsızlıktan
çok politik kirli işlerle ilgili olduğunu fark ediyor.
Philip Kerr'in çok iyi bir araştırmacı
olduğu yazdıklarından belli, birçoğu gerçeğe dayanan olayların
dizilişini, nedenselliğini araya polisiye unsurlar katarak
anlatıyor. Bu nedenle romanları “whodunit” (kim yaptı)
polisiyelerinden daha çok Dashiel Hammett, Raymond Chandler tarzı
kara polisiye sayılabilir. Şu farkla ki, burada anlatılan
Amerika'nın ahlaki çöküntüsü değil, Almanya'nın siyasi ve
ahlaki çöküşü. Kerr, dedektifi Bernie Günther karakterinde de
kara polisiyecilere selam gönderiyor aslında. Güzel kadınların
hayır diyemediği, bol sigara-içki denizlerinde yüzen, kafasına
bolca darbe alıp kendini bilmediği yerlerde bulan, “Kapıcı yaşı
geçmiş ve kullanılmayan maden kuyusuna dönmüş bir fahişeydi.”
gibi döneminin klişe erkek laflarını bol kullanan bir dedektif
Günther.
Yazının başında belirttiğim üzere
okudukça kalbimin sıkışmasına sebep olan ise Kerr'in ayrıntılı
dönem betimlemeleri ve Almanya'da faşizme giden yolun taşlarının
nasıl döşendiğiydi. Mart 1933 seçimlerinde Hitler'in galip
gelmesinden sonra herkesin yavaş yavaş değişen politik görüşleri,
1934'te işsizlikle mücadele yöntemi olarak kadınların işten
çıkarılıp boşalan yerlere erkeklerin geçirilmesi, 1936'da
Almanya'da büyüyen şeylerin sadece otoban inşaatı, muhbirlik ve
polislik olması, sokakta sigara içen bir kadına herhangi bir
Alman'ın yaklaşıp kadınlığın kutsallığı, yerinin kocası ve
çocuklarının yanı olması, ahlaklı yeni nesiller yetiştirmesi
gerektiği konusunda ahkâm kesmesi... Bunların dışında rehinci
dükkânlarının önünde eşyalarını, kuyumcuların önünde
mücevherlerini satmaya çalışan ve tabii ki üç kuruş teklif
edilen yaşlı Yahudiler, yurt dışına çıkmaya çalışıp
reddedilen Yahudiler, Nuremberg Kanunlarıyla kitap satması
yasaklanan Yahudiler... diye uzayıp giden kahredici bir liste daha
var.
Philip Kerr okuyucusunu şaşırtmayı
seven bir yazar, bu nedenle her kitabın sonunda tam “bitti”
diyecekken, yaşananların sandığımızdan çok daha kötü
olduğunu anımsatacak detaylar veriyor. Mart Menekşeleri'nin
finalindeki Dachau kampını unutmak pek kolay olmayacak.
“Dachau'da, oradaki mahkûm
kadınların doğurduğu birkaç çocuk vardı. Bazıları kamptan
başka bir hayat bilmiyordu. Mendelssohn yataklardan birinin altında
bacağı kırık bir çocuk saklıyordu. Çocuk hapishanenin taş
ocağında oynarken düşmüştü ve SS onu aramaya geldiğinde üç
gündür bacağı tahtalara sarılmış orada yatıyordu. SS'i
görünce o kadar korkmuştu ki dilini yutup boğularak öldü.
Ölen çocuğun annesi onu görmeye
gelip kötü haberi aldığında Mendelssohn tam bir profesyonel gibi
davrandı. Ama daha sonra kadın gittiğinde onun kendi kendine
sessizce ağladığını işittim. Artık hiçbir şey beni
şaşırtmıyordu. Sanki muazzam bir deprem geçirdiği için
yolların artık düz, binaların da dik olmadığı, çivisi çıkmış
bir dünyada yaşamaya alışmıştım.”
Berlin Noir'in ikinci kitabı, Solgun
Suçlu. Bu kez 1938 yazındayız ve başlarında bir delinin
olduğunu düşünen ama kimseye söylemeyen Almanlar Münih
Konferansı'nın sonucunu beklemekte ve içten içe İngilizlerin bu
savaşa izin vermeyeceğini ummaktadırlar. Geçen iki yılda eski
bir polis arkadaşıyla ortak olan Bernie Günther, ortağının
ölümüyle kendisini yine karışık bir davada bulur. Vahşice
öldürüldükleri aylardır halktan gizlenen Alman genç kızlarla
ilgili davada bir türlü yol alamayan gizli polis de işin
içindedir. Üst düzey bir SS olan Reinhard Heydrich bunları
çözmesi için Günther'e sunar ve dedektifin kimsenin boyunduruğu
altında çalışmamak adına istediği komiser rütbesini vermeyi
kabul eder.
Hayatına ikinci kez resmi bir polis
olarak devam eden Bernie Günther bu kez daha büyük bir komploya
çekildiğini bilir. İşin içinde parası parti tarafından
kullanıldığı için eşcinsel olmasına rağmen “pembe üçgen”le
damgalanıp hapse atılmayan bir dergi sahibi ve Almanlara uygun
psikiyatri teknikleriyle ünlenen psikiyatrist sevgilisi vardır. Bu
bilimin babası sayılabilecek Freud'un Yahudi olması sebebiyle
kendilerine başka bir şey bulmak durumunda olan Almanlar,
psikanalizin sadece seksle kafasını bozmuş Yahudiler için
olduğunu, oysa Almanların sorunlarının çözümünün psikoterapi
olacağı varsayımıyla kendilerini ve hastaları kandırmaktadır.
Bernie, kısa sürede genç kızların
ayine benzer biçimlerle öldürüldüğünü, bunun da Yahudi
düşmanı gazeteler tarafından Yahudilere mal edileceğini
keşfeder. Küçük şehirlerde yavaş yavaş başlayan sinagog
yangınlarını körükleyen nefret daha başkente ulaşmamıştır
ve amaç, hedef göstererek ulaşmasını sağlamaktır. Bu davayı
çözmek, suçluları bulmak, hatta kraldan çok kralcıların
partiye verdiği zarardan bıkmış Heydrich'in yardımlarıyla
cezalandırılmalarını sağlamak bile yaklaşan kötülüğü
engelleyemeyecektir. Ok yaydan çıkmış, Yahudiler kesin bir
biçimde topun ağzına konmuş, “tesadüf” eseri genç bir
fanatik Yahudi Paris'te Alman diplomatı öldürmüştür.
Philip Kerr yine romanını çarpıcı
bir biçimde bitirirken, hiçbir zaman akıllardan çıkmayacak bir
Kristal Gece betimlemesi yapıyor. Bernie Günther pisi pisine
öldürülen ortağının Yahudi düşmanı bir faşiste dönüşen
oğluna mı, kurukafalı yüzükler, hançerler, kılıçlarla
törenler düzenleyecek kadar delirmiş SS subaylarına mı, bu oyuna
kolaylıkla gelen, Yahudi malları üzerinde tepinen Almanlara mı,
aşkta hep kaybeden olmasına mı üzülsün, insan bilemiyor.
“Alman halkının öfkesinin
kendiliğinden ifadesi.” Radyo böyle söylüyordu. Camların
kırıldığını ve sokaklarda yankılanan küfürleri duyduğum,
yanan binaların duman kokusunu aldığım bir gece. Utançtan evden
çıkmıyordum. Bu olanları asla unutabileceğimi sanmıyorum.
1933'ten beri kırık vitrin camları bütün Yahudi işletmeler için
mesleki tehlikeydi, gamalı haç veya uzun çizme gibi Nazizmle eş
anlamlıydı. Ama bu kez her şey çok farklıydı, birkaç sarhoş
SA haydutunun rastgele vandalizminden çok daha sistemli bir şey söz
konusuydu. Her yerde cam kırıkları vardı. Sanki huysuz bir
kristal prensi öfke nöbeti sırasında devasa, buzdan bir yapbozu
yeryüzüne fırlatmıştı. S-Bahn demiryoluna yakın yerdeki
sinagog hâlâ dumanı tüten, içi boşaltılmış, kirişleri ve
duvarları kararmış bir harabe gibi duruyordu.
Serinin üçüncü kitabı Alman
Usulü Bir Ağıt, okuru tam dokuz yıl sonraya, savaşın
bittiği, her yerin yıkıntılarla dolduğu, açlık ve sefaletin
hüküm sürdüğü, ülkenin her bölgesinin başka bir ülke
tarafından ablukaya alındığı, 1947 yılının Berlin'ine
götürüyor. Gıdasızlıktan zayıflamış, artık ofis olarak da
kullandığı soğuk evinde titreyerek karısını bekleyen bir özel
dedektif, Bernie Günther. Olmaz dediği her şeyin olduğunu görmüş
bir harabe. Bu kez polislik günlerinden bir arkadaşına yardım
için Viyana'ya gidecektir. Bir Amerikan askerini öldürmekle
suçlanan arkadaşı, Bernie'nin onu kurtaracağına emindir. Bernie
her zamanki gibi araştırdıkça dibe batacak, öğrendikleri
hayatını tehlikeye atacaktır.
Ülkeyi önce deliliğe, sonra savaşa
sürükleyen Nazi Partisi'nin ileri gelenlerinin gayet akıllıca
yöntemlerle yok olmaları, kendilerini ölmüş gibi gösterip Latin
Amerika başta olmak üzere birçok ülkeye kaçmaları değildir
sadece söz konusu olan. Almanya'ya düzen ve demokrasi getireceği
vaatlerine karşın Amerika, eski üst düzey SS'leri casusluk
becerileri için himayelerine almakta, gizlice kullanmaktadır. Tüm
bunların karşısında Rusya Almanya'dan geri kalanı yakıp
yıkmaktadır. İngiltere ve Fransa ise ne koparırız mantığıyla
küçük birer piyona dönüşmüştür. Bu ortamda Bernie'nin
önceliği bir şeyleri çözebilmekten çok, canını kurtarmak
olacaktır.
Ve sonra, taburcu olmadan birkaç
gün önce ne olduğu mide bulandırıcı bir farkındalıkla kafama
dank etti. Alman olduğum için bu Amerikalılar benden korkuyordu.
Ve gözlerinde hep şu soru vardı: bunun olmasına nasıl izin
verebildin? Böyle bir şeyin sürmesine nasıl izin verebildin?
Belki en az bir kuşak boyunca,
başka uluslar gözlerimizin içine bakarken yüreklerinde hep aynı
sorulmamış soru olacaktı.
Bu kitaplar, kötülerin cezalanmadığı,
bir şekilde yine yollarını bulduğu, inançlıları ilahi adalet
kavramına, inançsızları ise mutsuzluğa ve umutsuzluğa iten bu
düzenin hiç ama hiç değişmeyeceğini bir kez daha anımsattı
bana. Anlatılanların kısa cumhuriyet tarihinde yaşamış
olduğumuz günlere benzerliğinden daha korkuncu, yaşamakta
olduğumuz günlere benzerliği... İngiliz yazar Philip Kerr bu
kötücül çağı detaylı bir biçimde araştırmış ve gerçekleri
kurguyla ustaca kaynaştırmış. Avrupa'nın bizden farkı ne kadar
da olsa yaptıklarıyla yüzleşiyor olması ya da yüzleşenlerin
sayısının bu topraklara oranla fazlalığı. Bizse yüzleşilmeyi
bekleyenlerin üstüne yeni dertler katmaktan başka bir şey
yapmıyoruz.
Kısa aralıklarla yayımlanan bu
romanların biraz hızlıca çevrilmiş olduğu bazen göze çarpıyor,
seri umarım daha dikkatli bir editoryal çalışmadan geçerek
yayımlanmaya devam eder. Bir de küçük öneri: Romanlarda sıkça
geçen Kripo, Sipo, Alex, Gestapo, Orpo, M2 gibi terimlerin
dipnotlarla açıklanması, okurun çok işine yarayacaktır.
Banu Yıldıran Genç
Philip Kerr Çev: Zeliha Babayiğit
Alfa Yayınları
Mart Menekşeleri
Solgun Suçlu
Alman Usulü Bir Ağıt
*Bu yazı Agos Kirk'in Ocak 2016 sayısında yayımlanmıştır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder