Yazar olmanın dikenli yolları
Geçtiğimiz ay yayımlanan Hammadde,
çağdaş Alman Edebiyatının önemli yazarlarından Jörg Fauser'in
ilk ünlendiği roman sayılabilir. Fauser, 1944 yılında doğmuş.
Özgeçmişine bakarsak gazeteci, yazar, çevirmen, vicdani retçi ve
ex-junky gibi birçok titre sahip. Bir dönem İstanbul'da yaşayan,
havaalanında bagaj işçiliği, gece bekçiliği gibi işler deneyen
Jörg Fauser 1974'ten itibaren yazarlıkla geçinmiş.1987 yılında
bir trafik kazasında hayatını kaybeden yazarın birçok romanı
bulunuyor.
Hammadde, otobiyografik bir roman
olarak adlandırılabilir. İstanbul'da başlayan roman daha ilk
satırlardan anlatıcı Harry Gelb'le Jörg Fauser arasındaki
benzerlikleri ortaya koyuyor. Bugün bize rüya gibi gelen 68'li
yıllarda Sultanahmet'te bir otelde kalan Gelb, tüm gerçekçiliğiyle,
Sultanahmet'teki hippi tayfasını, Tophane'nin tehlikeli
kahvelerini, turistler için bir nevi kesişme noktası olan
muhallebicileri anlatıyor.
Ressam olmak isteyen oda arkadaşı
Ede'yle sabah akşam uyuşturucu kullanan, büyük bir yazar olma
hayalleri ve çabaları genellikle yorgan altında sızma şeklinde
sonlanan Harry Gelb daha romanın başında eşsiz bir İstanbul
tasviriyle çıkıyor karşımıza. Bu şehrin sabahlarının
güzelliğinden, Haliç'ten esen rüzgârdan, peş peşe başlayan
ezanlardan bahsedilmesi ve anlatıcının sınır dışı edilirken
bile tekrar tekrar buraya geleceğini bilmesi, Jörg Fauser'in de
İstanbul'u sevdiğinin bir kanıtı niteliğinde.
İstanbul'da başlayan roman bazen
Amsterdam'a, Viyana'ya, Berlin'e uğrayarak ama genellikle
Frankfurt'ta devam ediyor. Tüm Avrupa'yı etkisi altına alan 68
ruhu, kamulaştırılan evler, bu evlerde hep beraber yaşamaya
çalışan devrimci gençler, edebiyatta Beat kuşağı, yeraltında
Baader Meinhof, bir tarafta Uzakdoğu öğretileriyle mutluluk
bulmaya çalışanlar, hep var olan uyuşturucu ve alkol...
Tüm bunların içinde yazar olma
isteği ve inancını kaybetmeyen Harry Gelb, sevgilisi Sarah'nın
hediye ettiği Olympia daktilosunda cut-up yöntemiyle yazdığı
Stamboul Blues'u tamamlar: Bir buçuk satır aralığında, 117
sayfa. Bu kitabın yayımlanma aşaması ise bugün Türkiye'de şiir
yayımlama aşamalarıyla aynıdır diyebiliriz. Sert, farklı
tarzlara ve daha önemlisi bilinmeyen yazarlara yanaşmayan büyük
yayınevleri, daha cesur olan ama parası olmayan küçük
yayınevleri derken uzun aşamalardan, uyulmayan sözleşmelerden,
batan şirketlerden sonra en sonunda Stamboul Blues basılır ama
satar mı? Hayır.
Jörg Fauser gibi kahramanı Harry de
başına ne gelirse gelsin, ne pis işlerde çalışırsa çalışsın
pes etmeyen biri, bence Hammadde'nin başarısı bu pes etmeme
üzerine. Romanın bitiş cümlesi dahi bunu örnekliyor. Kitabın
sonundaki söyleşide klasik Alman edebiyatından hazzetmediğini,
romanların 250. sayfasından itibaren esnenmeye başlanan bir
edebiyat geleneğini reddettiğini açıkça belirten Fauser de pes
etmeyerek yeni bir edebiyat anlayışının kapısını açanlardan
olmuş.
Hammadde'nin dikkat çeken bir diğer
özelliği sağ-sol-alt-üst demeden tüm sınıfların
eleştirilerden nasibini alması. Jörg Fauser hem öncü hem de
lafını sakınmayan bir yazar, girdiği tüm ortamların, birlikte
yaşadığı devrimcilerin, çiçek çocukların yine de ne denli
muhafazakâr, ne denli üstten tavırlı olduklarının farkında.
Harry Gelb'in bir komün evinde tanıştığı, 2. Dünya Savaşı'nda
Yunanistan'da elinde silahıyla direnişe katılmış ama 68'lerde
devrimci bile sayılmayan Dimitri'yle olan ilişkisinde bu eleştiri
kendini belli etmekte.
“İşçilerin karşısına o
gazozumsu sidik ile çıkamazdınız. Öte yandan, işçilerin
karşısına bundan başka her şeyle çıkılıyordu. En çok da
dünyayı değiştirmek zorunda olduklarıyla. Yani kendilerinin
dünyayı değiştirmeleri değil ama bunu hedefleyenleri katil ve
mayın eşeği olarak desteklemeleri gerektiğiyle. Devrimcilerin
yalanları, insanın kulağına gericilerin yalanlarından çok
farklı gelse de, sonuçta onlar da yalandı. Devrimler birer
sahtekarlıktı. Bir egemen sınıfın yerini bir diğeri alıyordu
ve kültür aygıtı bunun için gereken makaleleri, düşünce,
kültür-sanat, propaganda yazılarını, aforizmaları kusuyordu.”
Bugün dahi oldukça cesur
sayılabilecek bu söylem Jörg Fauser'in yaşadıklarını açıkça
yazması sayesinde inandırıcı olabiliyor. Ortak bir hareket uğruna
işgal edilen evlerde çıkan “o oda benim” kavgaları,
durmaksızın yapılan anlamsız toplantılar, kurallar, devrim
yapmak uğruna yola çıkanların eleştirdikleri düzenden çok da
uzaklaşamadıklarını ortaya koyuyor. Bu nedenle kahramanımız
Harry Gelb ne devrimcilerle, ne junky'lerle, ne de eski kız arkadaşı
Sarah'nın güne güneşi selamlayarak başlayan arkadaşlarıyla
devam edebiliyor yoluna. Kendisini en iyi hissettiği yer bir süre
sonra işçilerin yanı oluyor.
Dünyayı değiştireceğini düşündüğü
Zero Zeitung adında bir derginin yayın yönetmenliğini yaptıktan
sonra derginin çıktığı gün işsiz kalması, gayet sert bir
kitap olan Stamboul Blues'un ilk okur buluşmasının limonata içen
kilise gençliği komitesiyle olması gibi trajikomik ayrıntılarla
bezeli olan romanda yazar olmayı kafasına koyan, kendi kendine
uyuşturucuyu bırakan, mesai saatinde kitap okuyabildiği için
bavul taşıma işine razı olan, her “daha dibe düşemez”
dediğimizde silkinip ayağa kalkan, unutulmayacak bir karakter
yaratmış Jörg Fauser.
Akıcı dilinin yanında o yılların
fraksiyonlarını, uyuşturucu jargonunu açıklayıcı dipnotlarla
veren çevirmen Levent Konca'ya ve buralarda pek bilinmeyen yazarları
yayımlama inatları için Sel Yayıncılık'a teşekkür etmek
gerekiyor.
Banu Yıldıran Genç
Hammadde, Jörg Fauser
çev: Levent Konca, Sel Yayıncılık,
287 s.
*Bu yazı Agos Kirk'in Ekim 2015 sayısında yayımlanmıştır.
Bu yorum bir blog yöneticisi tarafından silindi.
YanıtlaSil