Taşrada
peş peşe intiharlar...
İlk kitabını okuduğum ve hakkında
yazdığım yazarları takip ettiğimden, 2008'de Çeşitli
Yalnızlık Söylentileri'yle tanıdığım Mehmet Can
Şaşmaz'ın romanı çıktığında hemen alıp okudum.
Güzey adını taşıyan
roman Anadolu'nun ıssız bir kasabasında geçiyor. Kurtuluş Savaşı
sırasında bulabildikleri en güvenli yere, bir dağın kuzey ucuna,
tepelerine düştü düşecek koca bir kayanın altına yerleşen bir
grup insan, sonraki yıllarda “Coğrafya, kaderdir.” dedirtecek
denli yanlış bir karar almışlardır aslında. Tepelerindeki
kocaman kaya, kasaba halkının geçmişten bugüne taşıdığı bir
lanet gibi içine işlemiştir. Yoğun oranda intiharlar yaşanmakta,
kimse buna engel olamamaktadır. Hatta bir atın bile intihar
edebildiği yegâne yerdir. Çocuklar oyun oynamamakta, gençler
eğlenmemekte, okuyup bir meslek sahibi olan da ilk iş oradan
kaçmaktadır.
“Coğrafyayı buradan giden bir yol
bulmak için, fiziği o yolu kat etmek, dilbilgisini gidecekleri
şehirdekilerle anlaşmak, tarihiyse burayı unutmak için öğrenip
kitapları sular seller gibi ezberlemişlerdi.”
Roman, Kaymakam Ekber'in aldığı sıkı
tedbirlerle başlıyor. Günümüzde alışık olduğumuz yönetici
tiplemesinin bir temsilidir Ekber. Şimdiye kadar görev aldığı
yerlerde hırsızlığı bitirmiş, kan davasını sonlandırmış
olmakla övünür. Oysa öğreniriz ki kan davası da hırsızlık da
başka şehirlere kaymıştır. Bu zorlu kasabada da intihar edenin
cenaze namazının kılınmayacağından tutun da, malının devlete
kalması, mezar yerinin belli olmamamasına kadar “devlet baba
tutumuyla” tedbirler almaya çalışır. Yaptığı en mantıklı
şey Ankara'dan bu konuda uzman bir psikolog çağırtmaktır.
Romanın ana karakteri Devran, dürüst,
kendi halinde ama yalnızlıktan bunalmış bir istasyon görevlisi.
Arada bir aklına gelen intihar düşüncesinden babasını
hatırlayınca vazgeçen, kararı pamuk ipliğine bağlı bir genç
adam. Devran karakteriyle hemen hemen aynı ağırlığa sahip bir de
Kaptan karakteri var ki Kaptan için kasabanın akıl babası,
sağduyusu da denebilir. Hemen her koşulda söyleyecek afili bir
lafı, aforizması, ders içeren cümleleri olan Kaptan aslında bu
mükemmelliğiyle bir süre sonra okur için sıkıcı bir kişiye
dönüşüyor. Hatta romanın sonlarına doğru anlatıcı bile bunu
vurgulamakta: “Devran, Kaptan'ın böyle bir durumda bile 'felsefe'
yapmasına şaşırdı...”
Roman bir kasabayı bütünüyle
anlatmayı çalıştığı için kişi sayısı oldukça fazla, bu
kişiler arasında Efsun Nine gibi değinilip geçen, daha fazla
etkisinin olmasını bekleyeceğimiz kişiler de var. Özellikle
romanın ortalarında dahil olan Psikolog Samet'in en azından
olayların düğüm noktasında ve çözüme giden yolda daha etkili
bir karakter olabileceğini umduğumu belirtmeliyim. Romanın farklı
ve yaratıcı konusu psikoloğun “intihar” çözümlemeleriyle
daha derinlikli işlenebilirdi hissi okuduktan sonra aklımdan hiç
gitmedi. Mehmet Can Şaşmaz'ın psikolog olması belki bu beklentiyi
artırmış olabilir ama Samet maalesef romanın en havada kalmış
karakterlerinden biri olmuş.
Romandaki diğer bir sorun anlatıcı
sorunu. Semih Gümüş, geçen aylarda Radikal Kitap'ta anlatıcı
sorununun nasıl çözülmesi gerektiğiyle ilgili birkaç yazı
yazdı. Türkiye edebiyatındaki tarihi ancak yüz elli yılı bulan
roman türünde, artık her şeyi bilen Tanrı anlatıcının
geçerliliğini kaybettiğini nedenleri ve örnekleriyle anlattı.
Güzey'de de Tanrı anlatıcının sözcüklerle
hissetmemiz gereken yerde peşinen anlattıkları, hatta bazen bir
biçimde lafa karışması rahatsız ediyor.
“Leyla, dudağını sudan çekmiş
ceylan misali doğruldu, doğrulmasıyla sanki bir sokak öteye
uzaklaştı. Şimdi daha da güzelleşmişti! Kadınlar böyledir,
gittikçe güzelleşir!”
Son cümle de anlatıcı yorum yapmasa,
tarafsız bir biçimde anlatılsa olan biten daha etkili olur oysaki.
“Emin'in annesi Mehtap bencil hatta
kötü yürekli bir kadındı. Öyle olmasa oğlu bu kadar sever
miydi Zeliha'yı? Bütün karasevdalı adamların anneleri sevgisiz
kadınlardır.”
Bu parça da Mehtap'ın kötü yürekli
olduğunu yaşananlar zaten okura imlemiş durumda, anlatıcının
karışıp soru sormasına, sonunda da tespit yapmasına hiç gerek
yok.
Mehmet Can Şaşmaz genç bir yazar.
Öykülerini daha başarılı bulmuş olsam da romanın ilginç
konusu ve taşranın ele alınışı yaratıcı düşüncenin
varlığını gösteriyor. Sonu bizim de tepemizde kaya varmış gibi
hissettiğimiz bugünlerde umut aşılıyor, oldukça da etkili
bitiyor. Umalım ki Şaşmaz bir dahaki romanında anlatıcı ve kişi
sayısı sorununu daha yetkin bir biçimde çözebilsin.
Adını, dağın gölgelik, verimsiz
kuzey yamacından alan roman, “taşra ve intihar”ı bir araya
getirdiği için ilginç bir okumalık olabilir.
Banu Yıldıran Genç
Mehmet Can Şaşmaz, Güzey, Pan
Yayıncılık, Eylül 2014, 264 s.
* Bu yazı Notos'un Aralık 2014 sayısında yayımlanmıştır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder